Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi Başkanı Selin Sayek Böke, İzmir'de; Komite’nin “Kapsayıcı, Adil ve Sürdürülebilir Kalkınma” başlıklı açılış konferansında; “Yeni bir düzene ihtiyacımız var. Bugünkü düzen yoksulluk yaratıyor, hayat pahalılığına yol açıyor, güvencesiz bırakıyor. Yeni bir düzenle, yeni bir geleceği inşa etme sorumluluğu bütün siyasilerin omuzunda, bütün Avrupa coğrafyasında bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor… Avrupa’nın yeni bir modeli hep birlikte tartışmaya her zamankinden çok ihtiyacı var” değerlendirmesini yaptı.
Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi toplantısının “Kapsayıcı, Adil ve Sürdürülebilir Kalkınma” başlıklı açılış konferansı, İzmir’de yapıldı.
TBMM ev sahipliğinde İzmir Tarihi Havagazı Fabrikası’nda yapılan toplantıya; AKPM Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi Başkanı, İzmir Milletvekili Selin Sayek Böke, AKPM Genel Sekreteri Despina Chatzivassiliou-Tsovillis ve Avrupa Sosyal Haklar Komitesi Başkanı Karin Lukas katıldı.
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, Komitenin “Kapsayıcı, Adil ve Sürdürülebilir Kalkınma” başlıklı konferansında yaptığı konuşmada, şu değerlendirmeleri yaptı:
“YIKIM HERKESİN ÜZERİNE ÇÖKMÜŞ VAZİYETTE”
“Dünya büyük bir değişimin eşiğinde. Çok uzun süredir bu değişimi tartışıyoruz. Ekonomik düzenin ortaya çıkardığı yıkım, herkesin üzerinde çökmüş vaziyette. Dünya coğrafyasının her köşesinde farklı oranlarda, belki farklı hızlarda; ama düzenin sonucunda çıkan yıkım herkesi aynı yıkımın altında bırakmış vaziyette. Daha yoksuluz, daha kırılgan ve daha güvencesiz hissediyoruz. Aynı zaman da hayat da artık çok daha pahalı.
“KESKİN BİR DEĞİŞİM DÖNEMİNİN EŞİĞİNDEYİZ”
Sosyal adaletin olmadığı yerde toplumsal barışın da yeşeremeyeceği, ekonomik kapsayıcılığın olmadığı yerde katılımcı demokrasinin de yaşayamayacağı gerçeğini her gün birlikte yaşıyoruz. Toplumlar ise hep birlikte zenginleştiğimiz, refahı ortak paylaştığımız ve eşit şekilde imkanlardan yararlandığımız düzen değişikliğini talep ediyorlar. Herkesin ekonomik ve sosyal haklarının güvence altına alındığı, yeni ve güçlü bir sosyal devletin günden güne ihtiyacının çok belirginleştiği keskin bir değişim döneminin eşiğindeyiz.
“EN TEMEL İNSAN HAKLARIMIZ KAR GÜDÜSÜNE TESLİM EDİLEMEZ”
İklim krizinin sonuçları hayatımızın her alanında hissediliyor. Seller, kuraklıklar, yangınlar… Tüm bunları çevreyi korumanın yaşamsal bir zorunluluk olduğu gerçeğini bize öğreten bir durum olarak yaşıyoruz. Yaşam hakkımızı güvence altına almak için sağlıklı çevre hakkımızı koruma gerekliliği bize doğa tarafından neredeyse her gün coğrafyamızın her köşesinde hatırlatılıyor. Ve tüm bunların içinde Covid-19 pandemisi beklenmedik bir şekilde, sağlığımızın da ne kadar önemli bir hak olduğunu hatırlatacak bir şekilde geri verdi hayatımıza. Ve öğrendik ki; anayasal hakkımız olan, en temel insan haklarımız kar güdüsüne teslim edilemez. Kar güdüsüne teslim edildikleri takdirde korunamazlar ve halkları, toplumu güvencesiz bırakırlar.
Dolayısıyla onurlu bir iş, eğitim, sağlık, çevre… Yani temel yaşam hakkını koruyan yeni bir kamucu anlayışa dair ihtiyaç, Covid ile birlikte hayatımızın merkezine yerleşmiş vaziyette. Sağlığın en temel insan hakkı olduğunu ve temel haklarımızı güvence altına alma sorumluluğunun da kamu kaynaklarını kullanıyor olan iktidarlarda olduğunu bize hatırlatan bir ağır yıkımı yaşadık, yaşamaya da devam ediyoruz.
Pandemi aynı zamanda hayatımızın işleyişini değiştirdi, çalışma biçimlerimiz değişti. Uzaktan eğitim aldı gençler. Uzaktan çalışmayı öğrendik. Evden üretir hale geldik. Bütün bunlar emeğin haklarının yeniden düzenlenmesi gerekliliğini çok net bir biçimde ortaya çıkardı. Bütün bunlar, artık internetin, bilgisayara erişimin temel bir insan hakkı olduğunu, dolayısıyla da kamu tarafından sağlanması gereken bir hizmet olduğunu da dijital eşitsizliklerin de sosyal adaletsizliği gidermek için hızla giderilmesi gerektiği de bize çok net bir biçimde hatırlattı. E-ticaret sektöründe çalışan kuryelerin güvencesizliğinden, uzaktan çalışan emekçilerin iş ve kendi hayatları arasındaki ince çizginin kaybolduğu, yeniden sosyal hakların tanımlanması gereken bir dönemi yaşadık. Çok uzaklara bakmaya gerek olmadığını gördük. Bütün coğrafyamız, aynı yıkımdan ve büyük değişimden etkilendi. Kendi sokağımıza baktığımızda gördüğümüzü Avrupa coğrafyasının tümüne baktığımızda; farklı hızlarda, farklı oranlarda şama aynı düzenden kaynaklı krizin etkilerini gözlemlediğimiz bir dönemden geçiyoruz.
22 ve 23 Eylül tarihlerinde İzmir’de toplantılarını gerçekleştirecek olduğumuz; AKPM’nin Sosyal İşler, Sağlık ve Sürdürülebilir Kalkınma Komitesi’nde 46 Avrupa Konseyi üyesi ülkesinin milletvekilleri olarak bizler, işte tüm bu konulara dair kapsamlı çalışmalar yürütüyor olacağız. Sosyal ve ekonomik hakların korunması, sosyal barışın sağlanması, toplumdaki en kırılgan kesimlerin güvence altına alınması ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini içeren bir dizi konu ile ilgili yasal düzenlemeleri ve hak güvenceleri ile ilgili kararların alınması için; iki gün yoğun bir biçimde komisyonumuz toplantılarını gerçekleştiriyor olacak.
Biraz önce tarif ettiğim o çok boyutlu krizden çıkışın reçetesinin yeni bir kalkınma perspektifi olduğunu bilerek yürüttüğümüz bu çalışmalar ışığında; komitemizin İzmir programının açılışını da bu akşam TBMM’nin ev sahipliğinde ‘Kapsayıcı, Adil ve Sürdürülebilir Kalkınma’ başlığı ile düzenlemeye karar verdik. Çünkü bütün dünyanın yeni bir kalkınma anlayışına ihtiyacı var. Kapsayıcılık, adil ve sürdürülebilirliği gözeten yeni bir ekonomik düzene geçmeye ihtiyacı var.
İşte bugün bu açılış konferansında bu yeni kalkınma anlayışının üç temel özelliğini; kapsayıcılık, herkesi içine alan; adil, sosyal ve toplumsal barışı sağlayan; sürdürülebilir, doğayı ve yarınları kollayan bir anlayışla kurulacak olan kalkınmayı kendi konumları, kendi kurumsal görevleri doğrultusunda önemli katkılarla bizimle paylaşacak olan iki kıymetli konuğumuz var. Burada bir kez daha kendilerine, İzmir adına, TBMM adına, Sosyal İşler Komitesi adına; katkıları için gönülden teşekkür ediyorum.
“73 YILDIR AVRUPA KONSEYİ’NİN BİR PARÇASIYIZ”
Ülkemiz; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını korumak amacıyla 1949 yılında kurulmuş olan Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden birisidir. Türkiye olarak Avrupa Konseyi’nin kurulduğu günden bugüne kadar Avrupa’nın ayrılmaz bir parçası olarak etkin ve öncü bir rol oynuyoruz. 73 yıldır, Konsey’de demokrasiye sahip çıkan, hukukun üstünlüğünü savunan, insan hakları olmazsa olmaz diyen bir anlayışın kurucu üyesi olarak Avrupa Konseyi’nin bir parçasıyız. Avrupa’nın vazgeçilmez bir parçası olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin hak temelli dünya düzeninde; demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını yaşatan varlığı ile öncü rolü, tarihi mirasında olduğu gibi Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında da Avrupa’nın geleceğini inşada ortak ve öncü bir paydaş olacaktır.
“AVRUPA BİR İLKELER BÜTÜNÜDÜR”
Unutmamalıyız ki Avrupa, sadece coğrafi bir bölge değildir. Bir ilkeler bütünüdür. İnsan hakları diyen, kadın erkek eşitliği diyen, ayrımcılığa karşı duran, demokrasiyi var eden ve yaşatan; özgürlükler, adalet ve hukukun üstünlüğünü savunan; sosyal hakları temel insan haklarının ayrılmaz bir parçası gören, insan onurunu korumaya odaklı bir ilkeler bütünüdür. Ve biz Türkiye Cumhuriyeti’ni bu ilkeler bütününün öncüsü yapan tarihi mirasını geleceğinin öyküsü yapmak konusunda da çalışmalarımızda aksaklık yapmaksızın devam ediyoruz. Bu hafta İzmir’de, 25 farklı ülkeden, 50 Avrupalı parlamenterin katıldığı bu AKPM toplantılarına ev sahipliği yaparak Türkiye’nin kararlı duruşunu bir kez daha gösterdiğimize inanıyorum.
Vatandaşlarımızın günlük hayatlarının merkezinde yer alan bu konuların İzmir’in ev sahipliğinde AKPM Sosyal İşler Komitesi’nin toplantısında tartışılacak olmasının büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Öte yandan milletvekili olmaktan her zaman büyük bir mutluluk ve onur duyduğum; tarihi agoraları ile tartışabilme, farklı görüşleri konuşabilme, dinleyebilme, farklı bakışlardan bir ortak geleceği kurabilme kültürüne ve toplumsal hoşgörüsü ile öne çıkan İzmir’e; bu toplantılara ev sahipliği yapmanın ayrıca çok yakıştığını da söylemek istiyorum. İzmir, binlerce yıllık tarihi boyunca her daim; ekonomik gelişmenin, ticaretin, kültürün, sanatın, bilimin, felsefenin, demokrasinin beşiği olmuştur. Bu tarihi uygarlıkların buluştuğu güçlü kent; batı ve Türkiye arasında bütünleştiren bir güçlü köprü görevini tarihte de görmüştür, bugün de görmeye devam etmektedir. İzmir, Parlamenter Meclis’in 2022 Avrupa Ödülü’nü kazanarak, Avrupa ve dünyadaki konumuna ilişkin bu tarifimizin ne kadar isabetli olduğunu da bize bir kez daha göstermiştir. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bu sene kazandığı Avrupa ödülü, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından; Avrupa ideallerinin yaygınlaştırılmasını sağlayan en önemli ve en üst seviyedeki ödül olarak tanımlanıyor. 2022 yılında Avrupa ödülünün İzmir ile buluşmasında emeği geçmiş olan tüm emekçilere, Sayın Belediye Başkanımıza çok teşekkür ediyorum, Konsey adına da ve tebrik ediyorum.
Kapsayıcı, adil ve sürdürülebilir bir kalkınmanın zeminini oluşturacak pek çok konuyu önümüzdeki günlerde, 50’ye yakın milletvekili ve konunun uzmanları ile çalışıyor olacağız. Hiç şüphesiz; dünyada, Avrupa’da ve özellikle ülkemizde var olan ekonomik modellerin tartışılması ve sosyal adalete dayalı yeni alternatiflerin ortaya konulması ihtiyacını çok derinden hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz.
“YENİ BİR DÜZENE İHTİYACIMIZ VAR”
2008-2009 küresel krizinden sonra başlayan yeni dönem arayışı; küresel bir halk sağlığı krizi olarak ortaya çıkan ama kısa sürede ve hala derinden hissedilerek devam ediyor olan, büyük sosyal ekonomik sonuçlar ortaya çıkarmış olan pandemi ile daha da çok gündeme oturdu. Yeni bir düzene ihtiyacımız var. Bugünkü düzen yoksulluk yaratıyor, bugünkü düzen hayat pahalılığına yol açıyor, güvencesiz bırakıyor. Yeni bir düzenle, yeni bir geleceği inşa etme sorumluluğu bütün siyasilerin omuzunda, bütün Avrupa coğrafyasında bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Yaklaşık 40 yıldır dünyada hakim olan ekonomik model, ki bunu neo-liberalizm olarak ifade etmek mümkün; bugün ortaya çok ağır bir bilanço çıkardı. Sık sık ortaya çıkan krizler, günden güne derinleşen sosyo-ekonomik adaletsizlikler, büyüyen gelir ve refah uçurumu, fırsatlara erişim imkanlarında derinleşen eşitsizlikler, yukarı yönlü sosyal hareketliliğin neredeyse durma noktasına gelmiş olması, prekarya ve güvencesizlik, insanların kendilerini korumasız ve yalnız hissetmeleri; kamu kaynaklarının kamu yararı gözeterek değil, şahsi kazanç gözeterek kullanılmasının ortaya çıkardığı derinleşen yoksullaşma. Bütün bunlarla birlikte siyasal sistemde ortaya çıkan çatlaklar ve kaçınılmaz olarak bu süreç sonucunda erozyona uğrayan demokrasi… Avrupa’nın yeni bir modeli hep birlikte tartışmaya her zamankinden çok ihtiyacı var.
“BİR BÜYÜK KRİZİN İÇERİSİNDEYİZ”
Bugünün neo-liberal düzeni; toplumsal olan değil bireysel olanı öne çıkarıyor. Kamu yararını değil, piyasanın kazancını yüceltiyor. Bu anlayışı; siyasi, ekonomik ve sosyal düzlemde var etmek için özelleştirmeler, kuralsızlaştırma, güvencesizleştirme ve böylesi hak kayıplarını içeren pek çok politika uygulandı. Küçülme adı altında, devlet yeniden yapılandırıldı. Bir avuç imtiyazlının daha güçlü olduğu; yüzde birin uğruna, yüzde 99’un yok sayıldığı bir adaletsiz düzen kuruldu. Geçtiğimiz on yıllarda bunun sonucunda derinleşen bir yoksulluk ve büyüyen gelir adaletsizliği ile karşı karşıya kaldık. Bugün geldiğimiz noktada, yüzde 1’in zenginleştiği, hatta şiştiği; yüzde 99’un ise yok sayıldığı bir büyük krizin içerisindeyiz. Bu sosyal ve ekonomik buhranın işaret ettiği açık ihtiyaç ve hatta bir zorunluluk, bizler açısından büyük bir sorumluluk var. Halkın tüm kesimlerini dahil edecek kapsayıcı, ortaya çıkan zenginliğin tüm toplum tarafından eşit paylaşılmasını sağlayacak kadar adil; her türlü belirsizliği, istikrarsızlığı, çevresel yıkımı ortadan kaldıracak kadar sürdürülebilir yeni bir kalkınma, salt büyüme değil kalkınma hamlesinin hayata geçirilmesi artık bir zorunluluk. Kimseyi geride bırakmayan, hep birlikte zenginleşeceğimiz, hep birlikte refah içinde yaşayacağımız, herkesin sosyal fırsatlara ve imkanlara eşit olarak ulaşabileceği, sosyal eşitlikçi ve kamu kaynaklarının şahsi kazançlar için değil kamu ve toplum yararı için hak temelli bir düzende güvencelerin sağlandığı bir geleceği var etmek zorundayız. Yeni bir düzen inşası için tek ihtiyaç duyduğumuz şey siyasi bir irade. Ve o siyasi iradenin Komisyonu’muzun yapacağı toplantılarda şekilleneceğine hiçbir şüphe duymuyorum.”