Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, seçimlerin zamanında yapılması halinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden aday olamayacağını savundu. Karamollaoğlu, “Cumhurbaşkanı, karşısına kimin aday çıkacağını çok merak ediyor olacak ki ı
Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, seçimlerin zamanında yapılması halinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeniden aday olamayacağını savundu. Karamollaoğlu, “Cumhurbaşkanı, karşısına kimin aday çıkacağını çok merak ediyor olacak ki ısrarla o ismi öğrenmek istiyor. Kendisi çıktı, ‘Seçimler tam zamanında yapılacak ve ben adayım’ dedi. Kusura bakmasın. Seçimler tam zamanında yapıldığı takdirde Sayın Erdoğan aday olamaz. Anayasa Mahkemesi iptal eder. Çünkü Anayasa'da, çok açık ve net, ‘bir kişi ikiden fazla aday olamaz’ hükmü var. Aday olabilir mi? Olabilir ama bir şartla. Meclis karar verir, seçimi öne alınırsa” dedi.
Temel Karamollaoğlu, partisinin genel merkezinde bugün düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Karamollaoğlu, şunları söyledi:
“DİKTATÖRLÜKLERDE, KRALLIKLARDA, PADİŞAHLIKLARDA BUNDAN DAHA İLERİ BİR YETKİ HİÇBİR ZAMAN OLMADI”
“Bütün yetki Erdoğan’da. Artık hükümet dediğimiz zaman Erdoğan’ı anlıyoruz. Bakanlar Kurulu’nun, meclisin hiçbir kıymeti kalmadı. Diktatörlüklerde, krallıklarda, padişahlıklarda bundan daha ileri bir yetki hiçbir zaman olmadı. O zaman oturmuş müesseseler vardı, bugün o yok. Kimse Sayın Cumhurbaşkanı’nın iradesini, kararlarını sorgulayamıyor. Bundan dolayı da bugün başımız dertten kurtulmuyor. Erdoğan, bütün gelişmeleri ‘mücbir sebepler’ diye bir yerlere bağlamaya çalışıyor. Mücbir sebepleri, dünyadaki gelişmelere atıfta bulunarak söylüyor. Dünyada hiçbir ülkeyi bizim kadar etkilemezken bizde deprem etkisi meydana geliyor. Neredeyse başka taraflardaki 1’lik bir deprem etkisi, ülkemizde 10 şiddetinde bir depreme dönüşüyor. Amerika Birleşik Devleti’nde ve Avrupa ülkelerinde enflasyon yüzde 6-7 seviyesinde gerçekleşirken, savaş ve kriz olan bölgelerde de bu rakam yüzde 20’lere çıkmışken, bizde bu rakam resmi açıklamalara göre yüzde 60-70 seviyesinde. Hangi akla, hayale gelmeyen politikalar uyguladınız da ülkemizi bu hale getirdiniz?
Bugün Türkiye’nin yaşadığı krizlerin mücbir sebebi, sadece AK Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın kurduğu sistemdir. Tek kişinin her konuda karar vermesi, şu anda bizim yaşadığımız en büyük problemdir. Tek kişilik kuruluşlarda konular müzakere edilemez. Konular müzakereler edilemediği için yaşadığı krizlere muhatap. Farklı fikir söyleyenler hemen elimine ediliyor. İktidar sınıfta kaldı da sıkıntısını halkımız çekiyor. İktidarın kendisi bu sıkıntıları çekiyor olsa umurumda bile olmaz. ‘Kendi düşen ağlamaz’ deriz. Aldıkları kararlar sebebiyle ülkemiz, bugün bu sıkıntılarla karşı karşıya bulunuyor.
Borçluluk oranı sürekli olarak artıyor. Her 10 kişiden 7’si borçlarını ödeyemiyor. Hanelerin yüzde 60’ı, evden uzakta bir tatil geçirme imkanına sahip olmadığını ifade ediyor. Yüzde 32’si, iki günde bir et, tavuk veya balık içeren yemek masrafını karşılamakta zorlanıyor. Yüzde 20’si, evin ısınma ihtiyacını karşılayamıyor.
İktidar, Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) kredilerini ödeme mecburiyetinde bırakılan gençlerimize çare bulamıyor. Okurken devlet kendilerine bir borç vermiş. Bir öğrenci ana ve babası tarafından kendi geçimini sağlayamıyorsa çeşitli kurumlar, vakıflar, dernekler bu öğrencilere okuma imkanını sağlarlar. Devletin de bu bursu karşılıksız olarak vermesi icap eder.
“D-8'LERE OLAN İHTİYACIMIZ BUGÜN 25 YIL ÖNCESİNDEN ÇOK DAHA FAZLADIR”
Bugün aynı zamanda tarihi bir günün de yıl dönümü. D-8, bundan tam 25 yıl önce kurulmuştu. D-8, Türkiye'nin daveti üzerine, 15 Haziran 1997'de İstanbul Çırağan Sarayı'nda gerçekleştirilen ve İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya'nın devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla resmen kurulmuştu. Üzerinden geçen çeyrek asra ve D-8'in imkan ve potansiyelinin doğru kullanılmamasına rağmen D-8'lere olan ihtiyacımız, bugün 25 yıl öncesinden çok ama çok daha fazladır. D-8'in şu temel prensiplerinin ilke edinilmesi ve hayata geçirilmesi için gayret gösterilmesi, bugünün dünyasında artık bir tercih değil zorunluluktur: Savaş değil barış, çatışma değil diyalog, çifte standart değil adalet, üstünlük değil eşitlik, sömürü değil âdil paylaşım, baskı ve tahakküm değil insan hakları. Bugün dünyamız, maalesef bir kaos ortamına sürüklenmiş bulunmaktadır. Neredeyse topyekûn bir savaşa doğru iteleniyoruz. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal teşebbüsünden sonra tam bir kutuplaşma meydana geldi. Bu süreç böyle devam ederse dünyamız, kimsenin arzu etmediği gelişmelere şahit olabilir.
Ama D-8'in bu prensipleri uluslararası sahada benimsenmiş olsaydı, bugün aynı endişeleri taşımıyor olurduk. D-8'lerin prensiplerini benimseyen ülkelerin sayısının artmasını D-18 ve daha büyük rakamlara ulaşılmasını biz arzu ederiz. D-8'lerin yarınlarda, yeniden kuruluşundaki heyecan ve kararlılıkla birlikte dünya siyasetinde etkin rol oynayacağına olan inancımızı vurguluyor. D-8’lerin kuruluşuna imza atan liderlerden ve emeği geçenlerden hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara ise sağlık ve afiyet diliyorum. Ve hassaten, bu oluşumun hayata geçmesinde en büyük emek ve pay sahibi olan merhum Necmettin Erbakan Hoca’mızı da bir kez daha rahmet, şükran ve minnetle yâd ediyorum.
“ERDOĞAN İKTİDARI, 20 YILLIK SÜREÇTE D-8'LERİN HAYAT BULABİLMESİ İÇİN KILINI BİLE KIPIRDATMAMIŞTIR”
Maalesef bugünkü Erdoğan iktidarı, 20 yıllık süreçte D-8'lerin hayat bulabilmesi için kılını bile kıpırdatmamıştır. İki dönem başkanlık görevini üstlendiler ama D-8'lerin hayata geçirilmesi için hiçbir adım atmadılar. Hangi atımları atmalarını bekliyoruz? Ekonomik olarak ilişkileri ve ticaretlerini artıracaklardı. Ülkeler de böylelikle hem birbirlerine yakınlaşacaklar hem de her biri güçleneceklerdi. Hakikaten böyle bir adımın atılmamasını anlamak mümkün değil. Böyle anlaşmalar zamanında yapılmış fakat arkasından, ülkemizi ve bölgemizi kalkındıracağını iddia eden bir iktidar, 20 yıl boyunca kılını dahi kıpırdatmamış. Şimdi yeniden iktidara gelmek arzusundalar, Allah akıl fikir versin.
Bütün yetki Sayın Erdoğan'da. Tek kişi, Sayın Erdoğan; bütün yetki kendisinde. Hükümet dediğimiz zaman artık sadece Erdoğan akla geliyor, Bakanlar Kurulu’nun ve Meclis'in hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmadı. Diktatörlüklerde, krallıklarda, padişahlıklarda bundan daha ileri bir yetki hiçbir zaman olmadı. O zaman sistemi oturmuş kurumlar vardı, bugün yok. Kimse Cumhurbaşkanı’nın kararlarını sorgulayamıyor. Bundan dolayı da bugün başımız dertten kurtulmuyor. Her ne kadar Sayın Erdoğan, ekonomideki başarısızlıklarını ‘mücbir sebepler’ diyerek açıklamaya çalışsa da bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. ‘Mücbir sebepler’ başka ülkeleri 1 şiddetinde etkilerken, neden bizim ülkemizde bu 10 şiddetinde yaşanıyor? Neden enflasyon ABD'de ve Avrupa ülkelerinde en fazla yüzde 6-7 iken savaş ve kriz olan ülkelerde dahi yüzde 20'leri geçmezken biz de bu oran yüzde 60-70'leri geçip üç haneleri rakamları buldu? Mücbir sebep, AK Parti iktidarı ve kurulan sistemdir.
“TÜRKİYE'NİN YAŞADIĞI KRİZLERİN MÜCBİR SEBEBİ, SADECE AK PARTİ İKTİDARI VE CUMHURBAŞKANI’NIN KURDUĞU SİSTEMDİR”
Hangi yanlış adımları atıp, hangi akla hayale gelmedik politikaları uyguladınız da bu ‘mücbir sebepler’ en çok ülkemizi etkiledi? Bilinmelidir ki bugün Türkiye'nin yaşadığı krizlerin mücbir sebebi, sadece AK Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı’nın kurduğu sistemdir. Başka türlü bunu açıklamak mümkün değil. Tek kişilik bir sistem ve tek kişinin her konuda karar vermesi şu anda bizim yaşadığımız en büyük problemdir. Neden? Çünkü tek kişilik kuruluşlarda konular müzakere edilemez. Hep 'benlik' hakimdir. ‘Ben ne dediysem o olur, sen kimsin de benim karşıma çıkıyorsun?’ Problemlerimiz muhakeme edilemediği için bu haldeyiz. Konuşamıyorlar. Farklı fikir söyleyenler hemen uzaklaştırılıyor.
“İKTİDAR, EKONOMİ YÖNETİMİNDE TÜİK RAKAMLARINA GÖRE BİLE SINIFTA KALMIŞTIR”
Hangi rakamı, hangi veriyi, hangi istatistiği ele alırsak alalım, bu iktidarın her alanda sınıfta kaldığını açık ve net bir şekilde görüyoruz. Ve bunun sıkıntısını iktidar değil milletimiz çekiyor, biz çekiyoruz, bu ülkede yaşayan herkes çekiyor. Eğer bu sıkıntıları iktidar çekiyor olsa umurumda bile olmaz. ‘Kendi düşen ağlamaz’ deriz. Ama öyle değil. Aldıkları kararlar sebebiyle ülkemiz bugün bu sıkıntılarla karşı karşıya kaldı.
TÜİK'e göre yüzde 67'ye düşen Tüketici Güven Endeksi, hesaplandığı 2004 yılından bugüne en düşük seviyesinde. 2021 yılına ait Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın verilerine göre; en yüksek gelire sahip yüzde 20'lik kesim toplam gelirin yüzde 47'sini alırken en düşük gelire sahip yüzde 20'lik kesimin payı yüzde 6. Gelir dağılımındaki dengeyi ifade eden Gini katsayısı, bugüne kadar hiç olmadığı kadar bozuldu. Borçluluk oranı da sürekli artıyor, her 10 kişiden 7'si borçlarını ödemekte güçlük çekiyor. Hanelerin yüzde 60'ı evden uzakta bir haftalık tatil masraflarını, yüzde 38'i iki günde bir et, tavuk veya balık içeren yemek masrafını, yüzde 20'si evin ısınma ihtiyacını, yüzde 63'ü de eskimiş mobilyalarını yenileme ihtiyacını ekonomik olarak karşılayamadığını beyan ediyor.
“İNSANLARIMIZ EN TEMEL İHTİYAÇLARINI BİLE KARŞILAYAMAZ HALE GELDİ”
Yani dehşet verici bir adaletsizlik, yoksulluk ve yoksunluk ile karşı karşıyayız. En temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi insanımız. Maalesef bu ekonomik şartlar, gençlerimizi ise çok daha derinden etkilemektedir. KYK kredilerin ödeme tutarını 30 Haziran'da açıklayacak, fakat kredi hesaplama uygulamalarından yapılan hesaplar, aşağı-yukarı gelecek tsunaminin habercisi adeta. Üniversite hayatı boyunca toplamda 25 bin lira alan bir gencimiz yaklaşık 75 bin lira, 30 bin lira alanlar ise ortalama 100 bin lira borç ödeyecek. Bu, vicdansızlıktır. Kürsülerde ‘Faize karşıyız’ diyenler bu rakamlara ne diyecekler? Gençlerimizin çoğu zaten üniversiteden mezun olunca iş bulamıyor, bulanlar ise çok düşük maaşlarla çalışmaya başlıyor, bu kadar borcu nasıl ödeyecekler? Medyayı satın almak için yandaş holdinglere Ziraat Bankası'ndan kredi tahsis ediliyor, milyonlarca dolarlık kredi borçları siliniyor ve bunun için de para bulunabiliyorsa gençlerimiz için de bu kaynak bulunabilir ve de bulunmalıdır.
“ERDOĞAN MECLİS KARARI OLMADAN ADAY OLAMAZ”
Cumhurbaşkanı, karşısına kimin aday çıkacağını çok merak ediyor olacak ki ısrarla o ismi öğrenmek istiyor. Kendisi çıktı, ‘Seçimler tam zamanında yapılacak ve ben adayım’ dedi. Kusura bakmasın. Seçimler tam zamanında yapıldığı takdirde Sayın Erdoğan aday olamaz. Anayasa Mahkemesi iptal eder. Çünkü Anayasa'da, çok açık ve net, ‘bir kişi ikiden fazla aday olamaz’ hükmü var.
Aday olabilir mi? Olabilir ama bir şartla. Meclis karar verir, seçimi öne alınırsa. Peki ne kadar öne alırsa olur? Bir hafta, 10-15 gün bile öne alınsa Anayasa'daki durumdan dolayı Cumhurbaşkanı, Meclis tarafından aday gösterilebilir. ‘Ben adayım’ diye kendisi kesinlikle dayatamaz. Onun için bu meseleyi bilmemiz lazım. Erdoğan'ın ‘Ben adayım’ demesi, parti grubuna ve ittifak ortağına aday olabilmesi için gerekli kararlı almaları için bir mesajdır.
“SEÇİM TARİHİNİ AÇIKLASINLAR, SEÇİM TAKVİMİ BELLİ OLDUĞUNDA BU MERAKLARINI HEMEN GİDERELİM”
Şimdilik aday olma niyetini belirtmiş oldu, Meclis'ten destek bekliyor. Ama o tarihe kadar adaylıktan vazgeçer mi, onu bilemeyiz, zaman gösterecek. Veya seçim zamanında olacak denilmesine rağmen, seçimlerin erkene alınma ihtimali var mı? Bugüne kadar ben şahsen hep zamanında yapılacağı kanaatindeydim, ama son 15-20 gündür geldiğim kanaat o ki seçim bu sene sonunda da yapılabilir. Ama kararı biz muhalefet partileri vermeyecek, doğrudan doğruya Erdoğan ve onun kontrolünde olan partisi ve Meclis çoğunluğu verecek. Seçim tarihini açıklasınlar, seçim takvimi belli olduğunda bu meraklarını hemen giderelim. Altılı masa olarak bir araya gelir, cumhurbaşkanı adayımızı açıklarız. Seçim tarihi belli olmadan şimdiden adayımızı açıklama ihtiyacı duymuyoruz, gereği de yok. Neden ısrarla ‘aday belli olsun, aday belli olsun, aday belli olsun?’ Sabret, belli olacak.
“İNSANIMIZ, KOCA BİR GÜN ÇALIŞMASININ KARŞILIĞINDA BİR KİLO ET ALAMIYOR”
Kendisine, şu anda daha Cumhurbaşkanı olarak daha öncelikli sorumluluklarının olduğunu hatırlatmak isterim. Yükselen enflasyon ve hayat pahalılığına bir an önce çare bulmak, Cumhurbaşkanı olarak Sayın Erdoğan’ın bir numaralı görevidir. Vatandaşlarımız, artık evinden dışarı adım atmaya korkar hale geldi. Çünkü her şey ateş pahası oldu. Asgari ücretlinin saatlik mesaisi 1,3 dolara geriledi. İnsanımız, koca bir gün çalışmasının karşılığında bir kilo et alamıyor. Bu nasıl bir mantık, bu nasıl bir anlayış? Cumhurbaşkanı, olan bitene gözünü kulağını kapamış, ‘6 ay sonra düzelecek, seneye düzelecek’ diye her gün bir başka tarih veriyor. 6 ay güzel bir rakam olarak bulundu bunlar tarafında. ‘6 ay sonra düzelecek.’ 6 ay geçiyor, bu kez bir 6 ay sonrası için yine ‘düzelecek’. Fakat artık milletimizin karnı buna doydu. Çözemez ki çözemiyor zaten. 5 sene daha kalsa ne olacak? Bugünkü mantıkla gittiği takdirde Türkiye'nin problemlerini çözemez. Aksine ülkeyi daha büyük problemlerin içine sokar. Neden çözemiyor? Çünkü az önce de ifade ettiğim gibi müzakereye açık değil. Yanlışlarını müzakere etmek istemiyor. Ülke böyle yönetilmez be. Bu millet, artık geçmişte düştüğü hataya bir daha düşmeyecek. ‘Ben bilirim’ diyen bugün Cumhurbaşkanı, olağan şartlarda bu ülkede bir daha Cumhurbaşkanı seçilmez. Şartları öyle bir değiştirirler ve bu şartlarda seçimi ertelemeye kalkarlarsa bu da ülkemize yapılacak en büyük ihanet olur.
“KARŞINIZA KİMİN ADAY ÇIKACAĞINI DEĞİL, VATANDAŞIN KARŞISINA NASIL ÇIKACAĞINIZI DÜŞÜNÜN”
Sayın Cumhurbaşkanı, durum böyleyken seçimlerde karşınıza kimin çıkacağını bir kenara bırakın da ‘ben vatandaşın karşısına nasıl çıkarım’ diye kafa yorun. Ocak ayında 84 lira olan Ankara-İstanbul YHT bilet ücretleri, sadece 6 ayda yüzde 132 zamlandı ve bugün 195 lira oldu. Bu fahiş fiyat artışını milletimize nasıl açıklayacaksınız, ona kafa yorun. Biz, sizin karşınıza çıkacak adayı zamanı geldiğinde açıklayacağız. Ancak siz, zaman aleyhinize işlediği halde milletimizin karşısına çıkamıyorsunuz. Çünkü milletimizi yoksulluğa, sefalete mahkum ettiniz. Çünkü ‘dar gelirliler hariç herkesin çarkı dönüyor’ diyerek milletin yüzde 95’ini görmezden geldiniz. Çünkü kiracıyı ev sahibine, babaları çocuklarına, esnafı mahalledeki komşusuna, emeklileri torunlarına mahcup ettiniz. Çünkü 4 yıl önce ‘Bu kardeşinize yetkiyi verin; enflasyonla, kurla nasıl mücadele edilir göreceksiniz’ diye istediğiniz yetkiyi kötüye kullanarak başarısız oldunuz ve başarısızlığınızda ısrar etmeye devam ediyorsunuz.
“İKTİDAR OLAĞANÜSTÜ KOŞULLAR ARIYOR”
2015’ten bu yana hiçbir seçimi olağan koşullarda geçirmedik. Şimdi iktidar, bu seçimde de benzer koşulları aramanın ve bulamayınca da oluşturmanın gayreti içerisinde. Ekonomik krizle birlikte halk desteğini kaybetmekte olduğunu anlayan Erdoğan iktidarı ve ortakları, yeniden ‘beka’ söylemine sarılabilmek için fırsat arıyorlar. Görünen o ki Cumhur İttifakı, Suriye ve Yunanistan üzerinden ‘olağanüstü durumlar’ meydana getirmek istiyor. Açık ve net bir şekilde ifade etmek istiyorum; hiç kimse kendi ikbali ve iktidarı için ülkemizi bu zor günlerinde böylesine tehlikeli yollara sokma gafletinde bulunmasın. Türkiye, iktidarın külhanbeyi rolleri, sürekli değişen ‘dostum-küstüm’ hitapları nedeniyle çok bedel ödedi. Bu bedeli artırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Biz, terörle başarılı ve etkin bir şekilde mücadele edilmesini sonuna kadar destekliyor, bu konunun siyasi malzeme yapılmasına sonuna kadar karşı çıkıyoruz. Şahsiyetli bir dış politikaya ‘evet’, dış politika konularının seçimlere alet edilmesine ‘hayır’ diyoruz.
“BU SEÇİMLERDE BİR VATANDAŞIMIZIN DAHİ OYUNUN ZAYİ OLMAMASI İÇİN CİDDİ BİR ÇALIŞMA İÇERİSİNDEYİZ”
Ülke olarak tarihimizin en önemli seçimine yaklaşıyoruz. İktidarın son yıllarda attığı adımlar ve benimsediği siyaset tarzıyla birlikte geçmiş seçimlerdeki tecrübelerimiz, bu seçimin nasıl bir atmosferde geçeceği konusunda bizlere ipucu veriyor. Bu nedenle Türkiye’yi sıkıştırılmak istenilen bu dar ve tekinsiz yoldan çıkarmak isteyen 6 muhalefet partisi olarak üzerinde ciddiyetle durduğumuz konuların başında seçim güvenliği geliyor. Bu seçimlerde bir vatandaşımızın dahi oyunun zayi olmaması için ciddi bir çalışma içerisindeyiz. Herkes şundan emin olsun; sandıklara sonuna kadar sahip çıkarak millet iradesinin eksiksiz ve doğru şekilde tecelli etmesini sağlayacağız. Bir kez daha bunun altını önemle çizmek istiyorum. Biz, muhalefet olarak üzerimize düşeni yapacağız, ancak iktidardan da üzerine düşen görevi yapmasını bekliyoruz. Gelin, bu seçimi önceki seçimlerin aksine her yönüyle adil şartlarda geçirelim.
“İKTİDAR VE ORTAKLARI, SEÇİMLERİ KAZANMAK İÇİN HER YOLUN MUBAH OLMADIĞINI BİLSİNLER”
Önümüzdeki seçim sürecinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim çalışmalarında devletin imkanlarını, Cumhurbaşkanlığı forsunu kullanmamalıdır. Anadolu Ajansı ve TRT, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi muhalefet partilerine ambargo uygulamaktan vazgeçmelidir. Özellikle seçim döneminde AK Parti lehine izledikleri yayın politikalarından vazgeçmelidirler. İçişleri, Adalet ve Ulaştırma Bakanları, tıpkı 2017 öncesinde olduğu gibi seçimlerden 3 ay önce istifa etmelidir. Valiler, kaymakamlar, bürokratlar, il emniyet müdürlükleri ve iktidara bağlı yerel yönetimler, muhalif partilerin seçim çalışmalarına yönelik çifte standart uygulamamalıdır. Pankart, bayrak, afiş asmak isteyen muhalif parti mensuplarını engellememelidir. RTÜK, iktidarın medya üzerindeki kontrol ve baskı aparatı olmamalıdır. Kamu kuruluşları ve bankaları üzerinden iktidara yakın medya kuruluşlarına kaynak aktarımı yapılmamalıdır. İktidar partisi, kamu görevlilerini ve belediye çalışanlarını seçim çalışmalarına katılmaları için zorlamamalıdır. En önemlisi de başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Devlet Bahçeli olmak üzere iktidar kanadı, toplumumuzu kutuplaştıracak, huzurumuza kastedecek söylemlerde kesinlikle bulunmamalıdırlar. İktidar ve ortakları, seçimleri kazanmak için her yolun mubah olmadığını bilsinler. Bu seçimi kazanmak için atacakları her adımın mesuliyeti büyük olacaktır; bunun bilinciyle hareket etmelerini ümit ediyorum.”
9863,27%1,88
34,75% 0,10
36,60% 0,33
2957,36% 0,48
4831,50% 0,59