Sanırım şu tespiti yaparsam yanlış söylemiş olmam: Bir anormalliğin artık anormal olarak görülmemesi, tepki çekmemesi anormalliğin kendisinden daha büyük bir sorundur. Çünkü anormalliğin ima ettiği yanlışın artık yeni 'normal' olarak inşa edilmesine hizmet ettiği gibi 'doğrunun' savunusunu ve yeniden inşasını daha maliyetli hale getirir.
AKP ile CHP arasında yürüyen 'normalleşme/yumuşama' sürecinin böyle bir risk içerdiğini düşünüyorum. Özellikle hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı tarafsızlığı açısından var bu risk. İktidarın yıllardır sürdürdüğü düşmanlaştırıcı siyaset ve dilden bıkmış, en küçük insani jeste hasret kalmış, süreklileştirilmiş bir darbe ve kriz ortamından bıkmış geniş kesimlerin -yavaş yavaş ısıtılan sudaki kurbağa misali- anormal olanı yeni normal olarak içselleştirmesi söz konusu olabilir. Bu durumda yıllardır eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesi için yapılanlar berhava olacağı gibi iktidarın yıllardır başaramadığı, ucube rejimin kalıcılaşması amacına da hizmet edilmiş olur.
Önce yargı açısından bir iki örnek: 'Tutuklu öğrencilerin aileleri, CHP’’li vekillere dert yandı. “Üniversite öğrencisi çocuğum 1 Mayıs’a katıldığı için hapiste, sınavları var, giremiyor” diye feryat ediyorlardı. Sonra Özgür Özel’den randevu aldı. 28 Mayıs’ta çocuklarının eğitim hayatına verilen zararı anlattılar.
Peşinden kritik adımlar geldi. Aileleri dinleyen Özel, “Askerlik arkadaşımı arayayım” diyerek telefona uzandı. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’u aradı. Bakan telefonu hemen açtı. 1 Mayıs eylemine katıldı diye tutuklanan öğrencilerin durumunu, çocukların sınavlarına giremediğini, ceza alsalar dahi yatarı olmayan bir suçlama nedeniyle eğitim hayatlarının zarar gördüğünü ve serbest bırakılmaları gerektiğini söyledi. Adalet bakanı, sorunun çözümü için elinden geleni yapacağını söyleyerek kapattı.
Bakan “yukarı” ile görüştü mü bilinmez... Ama bundan sonra hızlı bir süreç yaşandı. Özel’in telefonundan bir gün sonra 29 Mayıs’ta savcı M.Ü., kendi talebiyle tutuklanan üç öğrenci için bir anda görüş değiştirdi. Dört gündür tutuklu olan A.K.G., B.Y., Ö.B. adlı öğrenciler için “tutuklulukta geçen sürenin yeterli” olması gerekçesiyle tahliye talebinde bulundu. Öğrenciler sürpriz şekilde serbest kaldı.' (Barış Terkoğlu'nun haberi)
Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır af dosyaları önünde olan, 28 Şubat Davası generallerinin cezalarını affetti. Bu konunun Erdoğan ve Özel'in ilk görüşmelerindeki gündemlerden birisi olduğu biliniyordu. Yine Erdoğan ve Özel'in görüşmelerindeki gündemlerden birisi olduğu tahmin edilen Sinan Ateş cinayeti ile ilgili olarak Sinan Ateş'in eşi Cumhurbaşkanınca kabul edildi ve açıklamasına göre Cumhurbaşkanı Adalet Bakanına 'ivedilikle harekete geçilmesi için' talimat verdi.
Tüm bunlar uzun süredir devam eden hukuksuzluklardan çok az bir kısmı. Olması gereken sonuçlar 'normalleşme/yumuşama' süreci sayesinde yaşandı diyebiliriz. Peki bunu alkışlamalı mıyız? Bunlar üzerinden normalleşiyoruz diyebilir miyiz? Bağımsız ve tarafsız olduğu iddia edilen bir yargı düzeninde zaten tutuklanmaması gereken gençlerden aileleri Sayın Özel'le görüşme imkanı bulanların Adalet Bakanı’nın talimatı ile bırakılması, normalleşme görüşmeleri gündemine girme şansı bulan ancak çoktan cezaları kaldırılması gereken, hatta ceza almamaları gerekenlerin affedilmesi aslında şunu da güçlü bir şekilde göstermiyor mu: Hukuksuzluklar da talimatla yapılmıştı ve daha vahimi yargı talimatla iş görüyor. Bu tespiti yapabileceğimiz yüzlerce örnek tabii ki yaşandı, yaşanmakta. Ama bu yaşananlar üzerinden bir 'normal' inşası büyük sorun.
Bakın önceki gün Tahir Elçi Cinayeti Davası beraatle sonuçlandı. Dokuz yıldır süren davanın bu şekilde sonuçlanması tam bir cezasızlık örneği. Acaba normalleşme görüşmelerinde gündem olabilseydi ya da 'ivedilikle harekete geçilmesi' talimatı gitseydi sonuç nasıl olurdu! Kim bilir belki de talimat 'beraat' yönünde gitmiştir! Bu soruların oluşmaması için, yargı ile ilgili normalin, şansa bırakılmış gündemler çerçevesinde değil, tarafsız, bağımsız ve etkin bir yargı programı çerçevesinde inşası gerekir.
Normalleşme adı altında yürütülen görüşmelerle ilgili bir diğer risk, iktidarın tercihlerinin teknik bilgisizlikten kaynaklandığı yanılgısına düşülmesi. 2015 yılındaki istikşafi görüşmelerinde de bu tuzağa düşülmüştü. CHP'nin iktidara ne kadar hazır olduğu övgüleri arasında geçen 35 gün sonunda hükümet kurma görevi gasp edilip seçim kararı alınmıştı. O nedenle vurgulamakta yarar var: İktidar, başta ekonomi olmak üzere, bilinçli olarak, sonuçlarının kimin yararına olacağını öngörerek tercih ediyor bu politikaları. Sınıfsal tercihler ve 'ganimet çeteleri' ile olan bağlar ise teknik görüşmelerle değiştirilmez.
Anormalin normalleştirilmesi tuzağına düşüldüğünü söylemek için erken. Ancak uyarının tam zamanı!