Ancak durumu kabullenmeyen, umudu ve mücadeleyi besleyen bakış açılarına koşulların en kötü olduğu durumlarda ihtiyacımız olur. Koşulların en çok yılgınlığı, umutsuzluğu beslediği bugünlere farklı bir yerden bakmaya çalışacağım.
Çok partili dönemin başlayışı ile birlikte kısa süreli kesintiler hariç ülkeyi hep genel olarak sağ diyebileceğimiz milliyetçi, muhafazakâr iktidarlar yönetti. Üstelik bunun son 22 yılı her türlü denge ve denetlemeden azade, mutlak iktidar dönemiydi. Ülkemiz bugün, beraber yarışa başladığı ülkelerin her alanda çok gerisine düşmüş durumda bir çöküşü yaşıyor. Ne halde olduğumuza dair her gün onlarca olay yaşıyoruz, yazı okuyoruz. Çok detaylandırmaya gerek yok ama sadece enflasyon oranımızın tüm AB ülkelerinin toplamından fazla olduğunu söylemek yeter.
Peki bu karanlık tablodan nasıl bir umut ya da iyimserlik çıkarabiliriz?
Öncelikle tüm avantajlarına rağmen iktidar, toplumun önemli bir kısmını içeremedi ve kendi “gelecek” anlayışına ikna edemedi. Hala tüm baskılara rağmen direnen, eşitlik, özgürlük, adalet ve barış mücadelesi veren büyük bir toplam var.
Yıllardır uydurma tarih anlatılarıyla inançsal kutuplaştırma ile rıza elde ettikleri kesimler üzerindeki ikna kabiliyetleri temelsiz hale geldi. Sağ’ın temel argümanlarından birisi “hükümet olduk ama iktidar olamadık” şeklinde özetlenebilecek, sorumluluğu orduya, yargıya ve bürokrasiye atan yaklaşımdı. Şimdi tüm bu mekanizmalar -üstelik utanç verici şekilde göreli özerkliklerini yok sayarak- iktidarın parçası ve “kadrosu” olmuş durumda. Artık faturayı çıkarabilecekleri bir vesayet söylemi komik kaçmaktadır. Vesayet dedikleri yargı bağımsızlığı, hukuk devleti ve bürokratik özerklik geriledikçe çöküş arttı.
“Siyasal İslam” fikri dünyada ve ülkemizde çökmüş durumda. Dış politikada “Neo Osmanlıcılıktan” sonra lümpen pazarlıkçılık diyebileceğimiz Rusya ile ABD, BRİCS ile AB arasında gidip gelen “oyun kurucu ülke” iddiası da iflas etti.
Sağ iktidarların “İcraatçı” yaklaşım diye pazarlanan, özünde emek düşmanı, sermayeyi önceleyen kapitalist ekonomik tercihleri derin bir yoksulluk yarattı.
Varlığını önemli ölçüde borçlu olduğu sembiyotik ilişki kurdukları cemaat/tarikat ağının maskesi düştü. Nasıl bir sömürü mekanizması işlettikleri, dinle imanla ilişkilerini para üzerinden kurdukları her gün yeni bir skandalla ortaya dökülüyor. Fetullahçı çete ile başlayıp Adnan Hocacılar’la devam eden kavga diğer yapılara da sıçrayacaktır.
Sağı ayakta tutan Kürt karşıtlığı da iflas etti. En üst seviyeden sadece iktidarları devam etsin diye “iddialı” hamleler yapıyorlar.
Sağın ortak “fikir” adamlarının ideali diyebileceğimiz “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” (ki buna ‘Başyücelik’ de diyebiliriz) her tarafından dökülüyor. En sıkı savunucuları bile artık sürdürülemez olduğunun farkında.
Demokratiklik ve sandığa saygı iddiaları çöktü. Artık yerel seçimlerde sandıktan çıkmanın, milletvekili seçilmenin önemi yok. Önemli olan majestelerinin gazabına maruz kalıp kalmamak. Seçim ve sandık artık bir oyun!
Sağın vatanseverliğinin iktidarda olmak, kadrolar elde etmek, cebi doldurmaktan ibaret olduğu anlaşıldı. Vahşi sömürge madenciliğin ve enerji tekellerinin pençesinde can çekişen ormanları, dereleri savunan halkın karşısına polisi jandarmayı çıkarmaya başladılar. “Akışına ölünen” ırmak, ancak enerji tekellerinin cebine doluyorsa değerliymiş.
Gözü kara bir şekilde bazan açıktan bazan fısıltı olarak sürdürülen Atatürk düşmanlığı, Atatürk’e saygıya, hakkını teslim etmeye dönüştü.
Örnekleri arttırabiliriz. Özetle, mevcut iktidar ile genel olarak sağın tüm iddiaları çökmüş ve halkı iddia edebilmekten uzaklaşmış durumda. Hiçbir siyasi akıma nasip olmayacak bir maceracılıkla adeta bir laboratuvar gibi davrandılar ve sadece her alanda çöküş yarattılar. Bu tablonun yarattığı sonucun maliyeti kuşkusuz çok büyük oldu. Ancak umudu yitirmeden bu tablonun mücadeleyi ve dayanışmayı çağıran niteliği ve omuzlarımıza yüklediği sorumluluk unutulmamalı.