Kitleselliği ve önemi göz önünde bulundurulursa çok erken başladı denilebilir bulanıklaşma ve unutma hali. Artık, Gezi’ye katılmış herkes adına ceza evinde tutsak edilenler ve davalarındaki hukuksuzluklar bağlamında konuşulur oldu Gezi. Kuşkusuz bu hukuksuzluklar ve yargı sürecindeki garabetler gündemden düşürülmemeli ve Gezi adına özgürlüklerinden yoksun bırakılanlar özgürlüklerine kavuşuncaya dek mücadele edilmeli. Ancak Gezi Direnişi/Haziran İsyanı ile bağın koparılarak ceza hukuku alanına sıkışmış bir gündemleştirme ve savunu özgürlük mücadelesini de zayıflatıyor.
Oysa Gezi’nin gücü her şeyden önce kitleselliğinden geliyordu. Bu kitleselliği tutsakların ve Gezi Davasının yanına yığmak en doğru ve güçlü mücadele olacaktır. Hukuku kasıtlı olarak katleden, neyin hukuka uygun olup olmadığını en iyi bilen/bilmesi gereken bir mekanizmaya hukuku hatırlatmak, Gezi’yi “en iyi bilen/bilmesi gereken” bu anlamda darbe olmadığını da bilen devlete, Gezi’nin darbe olmadığını anlatmaya çalışmak beyhude bir çaba. Haziran Günlerinde şöyle yazmıştım:
“…’gerçeğin ne olduğunu’ bal gibi biliyorlar. Ancak komplocu yaklaşımla geniş kitleleri de “gerçeklikten kopararak” kendi ideolojilerini sürekli kılıyorlar. Toplum mühendisliği ve propaganda yöntemleri ile tarihte kalmış korkuları, bilinç altındaki nefretleri, şehir efsanelerini kullanarak, olguları ve belirleyicilikleri gözlerden saklıyorlar. Hiçbir tutarlılığa, mantık bütünlüğüne gerek yok. Tüm saçma komploları boca et. Nasılsa söylediğini anında manşet yapıp naklen veren bir medyan ve iman eden sadık bendelerin (artık savcı ve yargıçların) var. Yurttaşlara düşen dünya algısına, korkularına göre “komplo çuvalından” komplo beğenmek. Gezi Direnişi mi oldu? Anti semitikler için Beşir Atalay’ dan “Yahudi lobisi” gelsin. Azıcık “milli görüş” hassasiyeti kalanlar için Soros-OTPOR var. Osmanlıcılar için “ittihatçılar” bile var (bitmedi gitti şu ittihatçılar!). Milliyetçiler için Yahudi-Rum-Ermeni konsorsiyumu var. İktisatçılar ve liberallerimiz için mi? Gelsin faiz lobisi. Atatürk-CHP karşıtları için “CEHAPE” zihniyeti var. Her taşın altında ABD arayanlar için CNN komplosu hazır, Kürtler içinse barış karşıtı kandan beslenenler...”
Aradan geçen süreç ve yargılamalar bu iddiaların hiç birisini inandırıcı ve ortalama bir zihni ikna edebilecek şekilde ortaya çıkaramadı. Ama gezi tutsakları hepimiz adına yatmaya devam ediyor.
Gezi ve tutsakları adına yapılan tartışmalarda yanlış olduğunu düşündüğüm bir diğer konu; Gezi Direnişi ile Haziran isyanını ayırmak. “İlk talep ve tepkilerin “Gezi Parkı” merkezli çevreci duyarlığa dayandığı, sonradan başka talep ve tepkilerin eklemlendiği tartışmasız. Ancak bu kesinlikle ne eleştiri konusu yapılabilir ne de iktidarın gösterdiği gibi “ama olmaz ki! Birkaç ağaç diyordunuz, şimdi başka şeyler söylüyorsunuz” türü mızmızlanmaları haklılaştırır. Çünkü her şeyden önce devlet aylardır “birkaç ağaç” için mücadele edenleri görmezden geldi. 30-31 Mayıs sabah saldırıları ile de Haziran İsyanı başladı. Direnişe ve isyana destek veren herkesi, her hareketi, grubu ortaklaştıran iki talep vardı: özgürlük ve adalet...” Gezi Direnişi ile Haziran isyanını ayırarak konuşmak ilk gruptakileri azalttığı gibi düşman ceza hukukunun insafına terk ediyor. Öte yandan evrensel ve anayasal bir hak olan “meşru direnme hakkını” kriminalleştiriyor.
Direnme hakkı özet olarak “hukuka aykırı tutum ve davranışlarıyla yasallığını yitiren bir iktidara karşı koyma… Hukukun dışına çıkarak veya hukuk dışı yollarla iktidara gelip hukuksuzluğunu devam ettiren ve bu suretle meşruiyetini kaybeden, gücünü baskı ve zulüm vasıtası haline getirmiş bir siyasal iktidara karşı hukuka itaati sağlamak, zulüm ve baskıdan kurtulmak amacıyla son çare olarak giriştiği toplumsal kabul gören bir aktif bir direnme” şeklinde tanımlanır ve kitleselleşmesi haklılığını ortaya koyan en doğru göstergedir.
Böyle kitleselleşmiş ve hukuka sahip çıkılan, çıkılması beklenen bir iklimde, ne komplo davaları ile insanlar özgürlüklerinden yoksun bırakılabilir ne çevre yağmaları yaşanır ne de her alana yayılmış bu çürüme… Anayasa ve hukuk pervasızca ayaklar altına alınamaz. Hukuk, özgürlük ve adalet taleplerin cüretli bir şekilde kitleselleşmesi korkutuyor iktidarı.
Geriye dönüp bakınca şu tespiti de yapabiliriz: Gezi/haziran aynı zamanda bir hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü savunusuydu. Şimdi en uç sıkıntılarını yaşadığımız keyfiliğe, kuralsızlığa hak ve özgürlüklerin ayaklar altına alınmasına itirazdı. Bu itirazın potansiyeli, gizil gücü hala bu topraklarda mevcut.
Muhalefet, Gezi/Haziran’da ortaya çıkan potansiyeli heba etti. Umarım her taraftan çürümenin ve hukuksuzluğun fışkırdığı bu günlerde, hukuk, özgürlük ve adalet talebi muhalefetin gündemine daha güçlü ve sonuç alıcı bir şekilde girer.