Özellikle sol ideolojilerin gerilemesi ile alternatifsiz ve pusulasız kalan kitleler test edilemeyen, doğrulanamayan/yanlışlanamayan komplolarla olanı biteni anlamlandırmanın konforunu yaşıyor. Bizim ülkemiz her ne kadar bu yaklaşımlar için mümbit bir yer olsa da sadece bize özgü bir olgu değil bu durum. Bize özgü olan ise; bu komplocu yaklaşımların ana akımlaşması, ülkeyi yönetenlerin dilinden pratiklerine, akademiden yargı kararlarına, kahvehane sohbetlerinden tartışma programlarına sirayet etmesi, giderek bir rıza üretme ve yönetme aparatı haline gelmesi.
Komplocu yaklaşımın evrensel kavram seti (Yahudiler, Masonlar, Soros, İluminati, vs.) az çok aynı olmakla birlikte, Türkiye’ye özgü kavramları da var: dış güçler, malum mihraklar, Moskof, provokasyon, küreselciler, etki ajanlığı, nüfuz casusluğu, düğme (!)…
Sadece arkadaş sohbetlerinde kaldığında eğlenceli bir zihin jimnastiği sayılabilecek komploculuk, iddianamelere, mahkeme kararlarına, yönetsel kararlara yansıdığında hele hele kitleleri harekete geçirmek ya da bastırmak için siyasi propagandaya dönüştüğünde tüm siyasi iklimi zehirliyor. En önemlisi de sorunların gerçek faillerini gizleyip tepkileri en zayıfa yöneltiyor.
Çok partili hayata geçildiğinden bu yana ülkeyi yöneten Türkiye sağının tıkandığı, yetersiz kaldığı, yönetme sıkıntısı çektiği, entelektüel kabızlık çektiği, meşruiyet arayışı içinde olduğu her noktada komploları yardıma çağırmaları alışıldık bir durum. Ama geldiğimiz noktada artık sağ/muhafazakar kitle siyasi müdahaleye gerek kalmadan komplolarını üretir hale geldi: Gezinin Soros’un işi olduğunu, depremi ABD’nin yaptığını, aşının vücudumuza chip zerk ettiğini, Kayseri’de “düğmeye” basıldığını hatta sığınmacıları İmamoğlu’nun getirdiğini, zamlardan CHP’nin sorumlu olduğunu, memleketteki yıkımın nedeninin (hala) Kılıçdaroğlu olduğunu “samimiyetle” söyleyebiliyorlar. AKP elitleri de bu ruh halini tepe tepe kullanıyorlar. Sanki iktidarda başkası varmış gibi zaman zaman muhalif rolüne bürünüyorlar, sanki emperyalizmin en sadık aparatı değillermiş gibi emperyalizm eleştirisi yapıyorlar. En son Erdoğan zamlardan yakındı, daha ne olsun!
Kitlelerin bu yaklaşım basitçe cahillik, yalancılık ya da sorunlu ruh haliyle açıklanamaz. Olsa olsa baş edemedikleri, mücadele edemedikleri ve anlamlandırmakta zorlandıkları sorunları “rasyonelleştirerek” sorumluluğu, geleneksel/kültürel olarak “düşman” bellediklerine yükleme kolaylığı ile açıklanabilir. Bu kısa yolun “konforu” umut besledikleri düşünce ve figürlerle hesaplaşmaktan da alıkoyar.
Bir dönem Sol Kemalizmi de etkisi altına alan komploculuk artık “devlet aklını” ele geçirmiş durumda. Adeta tüm dünyanın Erdoğan’ı devirmek için el ele verdiği, yerli işbirlikçilerin de destek verdiği, sonsuz, sınırsız, akışkan bir komplo üzerine dönüyor her şey!
Eşit, özgür, adil ve barış içinde bir ülkeye giden yolda en önemli engellerden birisi bu düşünce ile zehirlenmiş kitleler olacak sanırım. Her an harekete geçmeye hazır, devlet destekli, silahlanmış, öldürüleceklerin listesini yapan, üstelik öfkelerini mağdurlara yönelten bir kitle.
Kitlelerin komploya yatkınlığını “baş edemedikleri, mücadele edemedikleri ve anlamlandırmakta zorlandıkları sorunları “rasyonelleştirerek” sorumluluğu, geleneksel/kültürel olarak “düşman” bellediklerine yükleme kolaylığı” olarak tespit ediyorsak bu yaklaşımla mücadelenin yolu da açık: komploculuğun eline düşmüş kitlelere sağlam referanslar vermek. Karşıtlığı doğru faillere yöneltmek.