Haber: NİSANUR YILDIRIM / Kamera: EYLEM LADİN DEĞER
Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Erinç Sağkan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin cezaevindeki TİP Milletvekili Can Atalay hakkında AYM’nin verdiği ikinci hak ihlali kararına da uymamasına “Artık bu hukuksuzluk bir sarmala dönüştü. Buradan bu şekilde çıkılamayacağı görülüyor. AYM bakımından artık değerlendirilebilecek bir mahkeme kararı söz konusu değildir. AYM, Can Atalay ile ilgili verdiği hak ihlali kararının içerisindeki ‘tahliye’ unsurunun gerçekleşebilmesi bakımından bence hiçbir başvuruyu beklemeksizin kararını doğrudan tahliye işleminin gerçekleştirilmesi için Marmara Ceza İnfaz Kurumu’na göndererek bu kararın uygulanmasını artık Marmara Ceza İnfaz Kurumu’ndan talep etmelidir. Marmara Ceza İnfaz Kurumu, AYM kararı kendisine tebliğ edildiği anda, o kararı yerine getirmek zorundadır. Aksi halde ‘görevi kötüye kullanmak’ suçunu bizzat oradaki görevliler işlemiş bulunur. Benim bu konuya ilişkin hukuki görüşüm sorunun çözülebilmesi bakımından bu noktada” dedi.
TBB Başkanı Erinç Sağkan, Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin cezaevindeki TİP Milletvekili Can Atalay hakkında AYM’nin verdiği ikinci hak ihlali kararına da uymamasını ve Atalay’ın tahliye edilmemesini, Atalay’ın milletvekilliğinin kararın TBMM Genel Kurulu’nda okunarak düşürüleceği iddialarını ve AYM-Yargıtay krizini ANKA Haber Ajansı’na değerlendirdi. Sağkan, şunları söyledi:
“AÇIKÇA YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ’NİN ANAYASA’YI YOK SAYDIĞI, ANAYASA’YI İLGA ETTİĞİ, ANAYASAL DÜZENE BAŞ KALDIRDIĞI BİR SÜREÇTEN BAHSEDİYORUZ”
“Anayasa Mahkemesi’nin ikinci ihlal kararından sonra yaşanan süreç aslında, iki yüksek mahkeme arasındaki hukuki görüş farklılığına indirgenecek bir konu değil. Çok açıkça Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’yı yok saydığı, Anayasa’yı ilga ettiği, anayasal düzene baş kaldırdığı bir süreçten bahsediyoruz. Hukuki görüş farklılıkları ‘Biz böyle düşünmüyoruz vs.’ diye geçiştirilecek bir konu değil. Anayasa, Anayasa’nın 153. maddesi çok açık. AYM’nin kararı üzerinde değerlendirme yapma yetkisi ve görevi hiçbir kuruma verilmiyor. Haliyle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararı alıp uygulaması gerekirken, izlenen yöntem maalesef ki şu anda anayasanın yok sayıldığı bir düzeni oluşturdu.
“SÖYLEMİMİZ YARGININ KENDİ ATTIĞI DÜĞÜMÜ KENDİSİNİN ÇÖZMESİ GEREKTİĞİYDİ”
Biz buna ilişkin olarak ilk ihlal kararından sonra o karar uygulanmayınca Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gitmiştik. O zaman söylemimiz yargının kendi attığı düğümü kendisinin çözmesi gerektiğiydi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri hakkında disiplinel işlemlerin başlatılması için başvuru yapmıştık. HSK Kanunu 77. madde doğrultusunda geçici olarak görevden el çektirilmesi gerektiğini ifade etmiştik. Aynı gün keza Yargıtay’a gidip Yargıtay Başkanı, Başsavcısı, Genel Sekreteri ile görüşmüş, Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında disiplinel başvurumuzu yapmıştık. Uzun süre yargının içerisinde bulunduğu bu süreci, kendi enstrümanlarıyla sonlandırması gerektiğini hem yargı mecralarıyla hem de kamuoyuyla paylaşmıştık.
“YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ, TÜRKİYE’Yİ BİR KRİZE GÖTÜRMEK İSTİYOR. BUNU BİLİNÇLİ OLARAK YAPIYOR”
Maalesef AYM’nin ikinci ihlal kararıyla yargının eline bu imkan geçtiği halde, bu imkanı yargı kullanmadı. ‘Kullanamadı’ demiyorum artık. Bilerek bir tercih bu. Bilerek yapılan bir işlem. Hukuki bir değerlendirme değil. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Türkiye’yi bir krize götürmek istiyor. Bunu bilinçli olarak yapıyor. Bunu nereden anlıyoruz? Kararın içeriğine baktığımız zaman anlıyoruz. Yargıtay’ın ilk kararında da benzeri durumlar vardı. AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmak, ‘yargısal aktivizm’ ile suçlamak ve daha da önemlisi ‘terör örgütleriyle yan yana duran’ bir konuma sokmak. AYM üyelerini açık hedef haline getiren ibareler vardı. İkinci karara bakıyorsunuz. Bu sefer ‘yargısal aktivizmin’ yerini ‘jüristokrasi’ beyanlarının aldığı, bunun üzerinden aslında aba altından bir sopa gösterildiği, AYM’nin bu yetkilerini kötüye kullanarak Cumhurbaşkanı’nın yetkilerini bile elinden alabileceğini yahut bir diğer tarafa göz kırpmak suretiyle laiklik ilkesini bile anayasadan kaldırabileceği gibi, aklın, hayalin almayacağı örnekler verilmesi suretiyle AYM’yi tamamen yok sayan ama aslında anayasayı yok sayan bir süreci yaşattılar.
“YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ ÜYELERİ HAKKINDA ‘YARGI ORGANLARINI AŞAĞILAMAK’ SUÇUNDAN SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDUK. YARGI MAKAMLARININ HAREKETE GEÇMESİ GEREKİYOR”
Şimdi ne olmalı? Hemen başvurularımızı yaptık. Bu sefer İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi ile ilgili suç duyurusunda bulunduk. Aynı zamanda Yargıtay 3. Ceza Dairesi ile ilgili bu sefer suç duyurusunda bulunduk. Yani disiplinel işlemler değil. Artık savcılıkların harekete geçmesi, ilgili kurumların gerekli izinleri vererek yargısal sürecin başlaması gerekiyor. Burada hem 301. maddeden dolayı Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri hakkında ‘yargı organlarını aşağılamak’ suçundan suç duyurusunda bulunduk. Hem 309. maddeden, ‘anayasayı ihlal suçu’ndan suç duyurusunda bulunduk. Hem de ‘kişi hürriyeti ve özgürlüğü hakkını yok etmek’ suçlamasıyla suç duyurularımızı yaptık. Yargı makamlarının harekete geçmesi gerekiyor.
“AYM, HİÇBİR BAŞVURUYU BEKLEMEKSİZİN KARARINI DOĞRUDAN TAHLİYE İŞLEMİNİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ İÇİN MARMARA CEZA İNFAZ KURUMU’NA GÖNDEREREK BU KARARIN UYGULANMASINI ARTIK MARMARA CEZA İNFAZ KURUMU’NDAN TALEP ETMELİDİR”
Ancak içerisinde bulunduğumuz durumda ‘Bundan sonrası için ne olacak?’ sorusu geliyor en fazla bize. Bildiğimiz kadarıyla Can Atalay’ın avukatları üçüncü başvuru olarak AYM önüne götürüyor dosyayı. Fakat artık bu hukuksuzluk bir sarmala dönüştü. Buradan bu şekilde çıkılamayacağı görülüyor. Bir hukukçu olarak bence yapılması gereken, AYM bakımından artık değerlendirilebilecek bir mahkeme kararı söz konusu değildir. Gerek İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı gerekse Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararı şekli anlamda var olmakla birlikte maddi anlamda bir geçerlilik içermemektedir ve bu kararlar yok hükmündedir. Haliyle AYM, Can Atalay ile ilgili verdiği hak ihlali kararının içerisindeki ‘tahliye’ unsurunun gerçekleşebilmesi bakımından bence hiçbir başvuruyu beklemeksizin kararını doğrudan tahliye işleminin gerçekleştirilmesi için eski ismiyle Silivri, yeni ismiyle Marmara olan Ceza İnfaz Kurumu’na göndererek bu kararın uygulanmasını artık Marmara Ceza İnfaz Kurumu’ndan talep etmelidir. Marmara Ceza İnfaz Kurumu, AYM kararı kendisine tebliğ edildiği anda, o kararı yerine getirmek zorundadır. Aksi halde ‘görevi kötüye kullanmak’ suçunu bizzat oradaki görevliler işlemiş bulunur. Benim bu konuya ilişkin hukuki görüşüm sorunun çözülebilmesi bakımından bu noktada.
“BU KONU ARTIK YARGININ KENDİ İÇİNDE ÇÖZEBİLECEĞİ BİR DURUM OLMADIĞI İÇİN DEVLET AKLININ BİR YERDE MÜDAHALE EDİP BU SORUNA BİR ÇÖZÜM BULMASI GEREKİYOR”
Anayasa’nın yok sayıldığı bu krizin çözümü için Türkiye Barolar Birliği olarak geçtiğimiz salı günü İstanbul’da tekrar kamuoyu ile görüşlerimizi paylaştık. Önümüzdeki günlerde Meclis’te grubu bulunan bütün partilerin grup başkanlarıyla görüşeceğiz. Biz yargının bu sorunu kendi içerisinde çözmesinin çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorduk. Fakat sorun belli ki yargının bir kısmında yargının sorunu değil. Artık bir müdahalenin açık olduğunu ortaya koyan bir durum. Bu konu artık yargının kendi içinde çözebileceği bir durum olmadığı için devlet aklının artık bir yerde müdahale edip bu soruna hak ve özgürlükler, anayasa temelinde bir çözüm bulması gerekiyor. TBB olarak ilk önce bu unsurları deneyeceğiz. Devamında da tabii ki anayasadan kaynaklanan demokratik, barışçıl haklarımızı kullanmaya devam edeceğiz.
“MECLİS BAŞKANI’NIN İLK GÜNDEN İTİBAREN SÖYLEDİĞİNİ ‘’AYM KARARININ UYGULANMASINI BEKLEMEK’ YÖNÜNDE BİR İRADE OLARAK OKUDUK. TBMM’NİN BU KONUDA BUGÜNE KADAR OLUŞTURDUĞU TEMAYÜL ÇOK KIYMETLİDİR”
TBMM’nin geleneklerinde bu yok. Daha önce de örnekleri var. TBMM, bugüne kadar milletin iradesini gerçekten yansıması bakımından bu anlamdaki duruşunu hep yurttaşlarımızın iradesinin Meclis’e yansıması yönünde kullanmıştır. Bunu Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararında da görüyoruz. Kararın içerisinde Meclis’e, milli iradeye akıl veren, meydan okumaya kadar varan cümleler geçiyor. Hukuk sistemi içerisinde değerlendirdiğiniz zaman bu bir hukuki yol mudur? Evet, yoldur. Kişinin mahkeme kararının getirilip Meclis’te okunarak milletvekilliğinin düşürülmesi, zaten mevcut mevzuatımız içerisinde öngörülen bir sistemdir. Ancak Meclis Başkanı’nın ilk günden itibaren söylediği konuyu ‘AYM kararının uygulanmasını beklemek’ yönünde bir irade olarak okuduk cümleleri. Bu, bizim açımızdan kıymetli. Gelenekler, teamüller çok zor oluşur ama çok kolay kaybedilir. Bence TBMM’nin bu konuda bugüne kadar oluşturduğu teamül çok kıymetlidir. Bu teamülü kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum.
“ŞU AN YAŞADIĞIMIZ BAĞIMSIZ YARGININ TAMAMEN ORTADAN KALKMASI SORUNUDUR”
İlk günden itibaren söylediğimiz, altını çizdiğimiz unsurların çok acı sonuçlarını yaşıyoruz bugünlerde. Anayasa’nın açık hükmünün uygulanmadığı bir yerde yeni anayasanın tartışılacak hiçbir tarafı kalmıyor. O yüzden gerek yargı reformu strateji belgelerinde gerekse mevzuat İnsan Hakları Eylem Planları gibi planlar hazırlamadan önce muhakkak ki yargı bağımsızlığını sağlamak zorundayız. Bugün karşı karşıya kaldığımız kriz yargı bağımsızlığı sorunudur. Başka bir sorun değil. Hukuki yorum farklılığı falan değil. Şu an yaşadığımız bağımsız yargının tamamen ortadan kalkması sorunudur. O nedenle ister Yargı Reformu Strateji Belgeleri diyelim ister İnsan Hakları Eylem Planları diyelim, hatta daha ötesine taşıyalım. Yeni anayasa tartışması diyelim. Hiçbirisi bağımsız bir yargı olmadığı müddetçe bir anlam ifade etmiyor. Yargının bağımsızlığı için önce önerdiğimiz formülleri hayata geçirmek, daha sonra bu unsurları tartışmak gerektiğini düşünüyorum.
“BİZ TARİHSEL SORUMLULUĞUMUZU YERİNE GETİRECEĞİZ. DEMOKRATİK HAKLARIMIZI DA SONUNA KADAR KULLANMAYA DEVAM EDECEĞİZ”
Adalet Bakanı’nın konuya ilişkin düşüncelerini daha önce de televizyonlardan izledik. Biz, krizin ilk anında konuyu, yargının kendi içerisinde çözmesi gereken bir sorun olarak tanımladık. Çözüme dair yöntemleri vardı. İkinci ihlal kararına gerek olmadan yöntemleri vardı. O nedenle konunun muhataplarıyla görüştük. Kimdi muhataplar? İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi bakımından HSK, Yargıtay 3. Ceza Dairesi bakımından ise Yargıtay Başkanlığı. Biz konunun muhataplarına sorunu iletiriz. TBB bir hukuk kurumu olarak çözümü hukuk sınırları içerisinde yetkili ve görevli makamlara konuyu taşıyabilir. Biz bu anlamda kendi görevimizi yerine getirdik. Daha sonra AYM önünde demokratik, barışçıl, anayasal haklarımızı kullanarak, Yargıtay’ın önüne kadar giderek tepkimizi gösterdik. İkinci ihlal kararının da uygulanmaması sorunun bir yargısal uygulama sorunu olmadığını net olarak ortaya koyduğu gibi çözüm noktasında da bahsettiğimiz mekanizmaların hayata geçmeyeceğini de bizlere anlatan bir durum olarak ortaya çıktı. Sorun, hukuki bir sorun olmaktan siyasi bir sorun olmaya evrildiğine göre bu aşamadan sonra bizim de ilgili mercilere bu konudaki hassasiyetlerimizi aktarmamız gerekir. Bunlardan birisi muhakkak ki Adalet Bakanlığıdır. Bakana konuyla ilgili düşüncelerimizi aktaracağız. Onun dışında grubu bulunan tüm partilere gideceğiz. Bu artık muhalefet, iktidar sorunu değil. Bu, bu ülkede yaşayan 82 milyon yurttaşımızın tamamının problemidir. Çözüm için Meclis’te grubu bulunan tüm partilerin ortak akılla bu işe el atıp yurttaşlarımızı, hukuki güvenlikten tamamen uzaklaşılan ortamdan çıkartmaları gerekiyor. Biz bu konudaki tarihsel sorumluluğumuzu yerine getireceğiz. Harekete geçilmesini bekleyeceğiz. Olmaması halinde demokratik haklarımızı da sonuna kadar kullanmaya devam edeceğiz.”
maya devam edeceğiz.”