SALDIRIYA UĞRAYAN CEMİL KILIÇ: HEDEF SALTANAT DİNCİLİĞİ

SALDIRIYA UĞRAYAN CEMİL KILIÇ: HEDEF SALTANAT DİNCİLİĞİ

Evinin önünde saldırıya uğrayan Cemil Kılıç, şiddete yönelenlerin 'sanal vaizlerin nefret vaazlarından' güç aldığını söyledi.

Evinin önünde tekbirli ve sopalı saldırıya uğrayan İlahiyatçı yazar Cemil Kılıç Cumhuriyet'ten İklim Öngel'e konuştu. Kılıç, "Gerici ideoloji güç kaybediyor. Bunun daha da hızlanacağını görüyoruz. Siyasal ümmetçilik, siyasal İslam güç kaybedecek." dedi.
Kılıç'ın sözlerinin tamamı şu şekilde:
Yaklaşık 300 metrelik mesafeyi koşar adım geldim. Caminin önünde kadınlar vardı. Onlar bağırarak engel olmaya çalıştılar. Fiilen müdahaleyi anımsamıyorum. Olabilir de olmayabilir de. Şahıs yanıma gayet olumlu geldi. Hal hatır soracak diye düşündüm. Kendimi savunma durumuna geçmedim. Birden ‘Allah ekber’ deyip yumruk attı, yere düştüm. Ayağa kalktım ben de yumruk attım, isabet etmedi. O sırada insanlar bağırarak engellemeye çalışıyorlardı. O da slogan atmaya başladı. Uzaklaşırken aklıma geldi, ‘Geri döneyim de fotoğrafını çekeyim’ diye düşündüm. Saldırgan birilerini aradığımı sanıp ‘Kimi ararsan ara, kimseden korkumuz yok’ dedi. ‘Ben de hesabını vereceksiniz’ diye bağırdım. 
-Kaç kişilerdi?
Başka sokaklardan birileri çıktı. Ellerinde sopa olduğunu gördüm, onun için daha şiddetli bir saldırı olabilir diye kendimi deyim yerindeyse eve attım. İlk önce sosyal medyadan duyurma gereği duydum. Zira Emniyet’i aramaktan daha etkili olduğunu biliyorum. Çünkü Emniyet’in ne zaman geleceği belli değil ama sosyal medya toplumu direkt harekete geçiriyor. Sonra Emniyet’i haberdar ettim, geldiler. Canan Kaftancıoğlu, CHP örgütlerinden gelenler oldu. Canan hanım muayene etti. 
-Ne kadar zamandır tehdit alıyorsunuz?
2019’dan beri tehdit alıyorum. 2019‘da MEB beni görevden uzaklaştırmıştı. 90 gün sonra göreve iade edilmiştim. Görev yerim değiştirilerek önce Niğde’ye sonra Gebze’ye geldim. Orada 3 yıl kadar çalıştım. O sürede de tehdit ve hedef gösterme sürdü. Bu yılın başında İstanbul’a geldim. Tehdit ve hedef göstermeler daha da çoğaldı zaten 13 Aralık’ta da ihraç edildim. 
-Tehditlerle ilgili savcılığa girişiminiz oldu mu?

1 yıla yakın oldu sanıyorum. Hatta ben başvurmadım. İBDA-C yayın organı beni tehdit etmişti. Ben duyurduğumda emniyetten aradılar. Geçen Ramazan’da yine önümde biri durdu. O da tehdit etti ama saldırı olmadı sadece tartıştık. Sonrasında avukat arkadaşlar suç duyurusunda bulundular. Onlar da ‘Terör örgütü diyerek iftira atıyor’ diye karşı bir müracaatta bulundular. O süreç devam ediyor.

-Bu tür olayları cesaretlendiren siyasetçiler mi var?

Öyle olduğu anlaşılıyor. Manzaraya bakınca öyle bir yorum çıkarıyoruz. Bu yorumumuzun yanlış olduğunu devleti yönetenlerin ispat etmesi lazım.   Emniyet büyük gayret gösteriyor ama somut olarak cezalandırılan, göz altına alınan tanık olduğumuz biri yok.

-Seçime kısa süre kala yapılan bu saldırıyı manidar buldunuz mu?

İnsanın aklına her şey geliyor. Bir provokasyon olabilir mi olamaz mı diye. Bunları aydınlatma görevi güvenlik güçlerinin. Biz yorumluyoruz sadece. Fakat şunu söyleyebilirim, yılların hedef göstermelerinin sonucunda böyle bir olayla karşı karşıya kaldığım aşikar. Bu hedef göstermelere, hakaretlere karşı hiçbir şey yapılmadı. Hedef gösteriliyoruz, tehdit ediliyoruz hiçbir işlem yapılmıyor. Resen harekete geçilmesi gerekmiyor mu illa şikayet etmemiz mi lazım? Çünkü kamuya açık yapılıyor bu tehdit ve hakaretler. Bu olay sadece beni değil benim üzerimden toplumu korkutmak için yapıldı. Geri durmamak, pes etmemek lazım.

-Seçim yaklaşırken saldırıların artma ihtimali var mı?

Umarım artmaz. Türkiye’nin kısa sürede bu saçma süreçten çıkacağına inanıyorum. Türk milletinin sağ duyusu bu menfur hadiselere geçit vermeyecektir. Seçime giden süreçte her şeyi kullanmak isteyebilirler. Kaos çıkarmak isteyebilirler. Birilerini belki bizi kaosun nedeni haline getirmek isteyebilirler. Bu yüzden toplumun uyanık olması gerekir.

-Hükümet yetkililerinden arayan oldu mu?

Kimse olmadı.

-Siyaset düşünüyor musunuz?

Benim bu konudaki tavrımı yakın çevrem bilir. Benim herhangi bir talebim yok ama siyaset kurumu ‘Talebimiz var, gelip şöyle bir görevi yapmanız millete, topluma hizmet anlamı taşıyacaktır’ derse, o durumda değerlendirme yapılabilir. Ama benim talebim, arzum ve isteğim yok.

‘SİYASAL İSLAM GÜÇ KAYBEDİYOR’

-Atatürkçü ilahiyatçılar neden saldırıya uğruyor?

Farklı bir fikre tahammül edemiyorlar. Kendilerini gerçeğin tekelcisi görüyorlar. Tek gerçek kendi düşünceleri sanıyorlar. Bunun böyle olmadığını söyleyenlere ve bunu ispat edenlere öfke duyuyorlar. Öç alma duygusuyla hareket ediyorlar. Ama zaman onları yeniyor. Zira düşünceleri git gide güçsüzleşiyor. Gerici ideoloji güç kaybediyor. Bunun daha da hızlanacağını görüyoruz. Siyasal ümmetçilik, siyasal İslam güç kaybedecek. Çünkü gayri insani, bir çizgi üzerinde, İslam’ın temellerine aykırı hareket ediyorlar. Fitne fesat yayıyorlar, haşa Allah’ın iradesine karşı savaş açıyorlar aslında. Yer yüzünde bozgunculuk çıkarıyorlar.

-Sizin ‘İslam’a saldırıyorlar’ ifadeniz var. Nasıl bir saldırı bu?

Bugün Türkiye’de İslam’a yönelik en büyük saldırı siyasal İslamcılardan kaynaklanıyor. İslamcı değiliz, böyle bir ifade İslam’ın hiçbir kaynağında geçmez. İslamcılığa karşıyız, İslamcılık bir ideolojidir, İslam ise dindir. Biz o dine iman ediyoruz. Aydınlara, cana yapılan saldırı İslam düşmanlığıdır. Ancak İslam’a düşman biri insana saldırabilir. İslam saldırı değil savunma, öldürme değil yaşatma dinidir. Ama onların derdi Allahu ekber diye insanları katletmek. İŞID askerlerimizi Allahu ekber diyerek ateşe verdi. Kubilay’ın başını Menemen’de Allahu ekber diyerek kestiler, Madımak’ta Allahu ekber diyerek aydınları yaktılar.

‘ALLAH’A SAVAŞ AÇIYORLAR!’

-İslam’ı kötü amaçlarını örtmek için mi kullanıyorlar?

O hale getirmeye çalışıyorlar. İslam’ın kutsal değerlerini kendi süfli amaçlarına alet ediyorlar. Bunlardan biri de Allahu ekber sözü. Halbuki Allahu ekber ezanın en önemli sözüdür. Namazın başlangıç sözüdür. Allah’tan başka hiçbir otoriteyi kabul etmemek, en büyük gücün Allah olduğunu söylemektir. Ama bu doğrudan doğruya Allah tarafından gerçekleştirilir. Kimse Allah adına ‘Allah’ın gücünü, otoritesini egemen kılacağım’ diye bir inisiyatif geliştiremez. Allah kimseye bu hakkı vermemiştir. Dolayısıyla onlar Allah’ı savunduklarını zannederken doğrudan doğruya Allah’a savaş açıyorlar. O savaşı kazanmaları mümkün değil. Şirkin temsilcisi gibi hareket ediyorlar, bizim gibi düşünenleri dinsizlikle itham ediyorlar. Tarihte dinsizlikle itham edilen en büyük kişilik peygamberimiz Hz Muhammed’dir. Müşrikler de ona din düşmanı diye saldırmışlardır. Biz insani değerleri savunurken onlar vahşeti ve terörü esas alıyorlar.

‘SANAL VAİZLERİN NEFRET VAAZLARINDAN GÜÇ ALIYORLAR’

-Nereden güç alıyorlar?

Bir kısım sanal, tele vaizlerden, onların nefret vaazlarından güç alıyor. Devletten maaş alan kişi Cumhuriyete küfrediyor. Halifeliği savunuyor, Atatürk’e dil uzatıyor. Hakkında hiçbir işlem yapılmadığı gibi vaazlarına devam ediyor. Devlet ona koruma veriyor. Halil Konakçı bu. Bu adam 657’ye tabi bir memur, cami kürsülerinde siyaset yapıyor. Ona kimse müdahale etmiyor. Bunlardan birileri cesaret alıyor. Ama devran döner herkes ettiğinin hesabını verir. Bu dünyada hiçbir günah cezasız kalmaz. Kul cezalandırmasa da Allah onu mutlaka cezalandırır. Biz böyle inanıyoruz.

-İhraç edildiniz, iptal kararını duyurdunuz. Şu an davada durum nedir?

Yürütmeyi durdurma kararı verildi. Göreve iade etti bizi. Fiilen göreve başlamadık. 30 günlük bir süre var. Bu sürede MEB göreve başlatmak durumunda. Göreve başlamamla ilgili kararname İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gelmiş. Fakat müdürlük emniyete yazı yazarak hakkımda güvenlik soruşturması talep ediyor. Oysa 1.5 ay önce bu devletin memuruyduk. 30 gün içinde başlatmak zorunda, başlatmazsa suç işler duruma düşecekler. Biz de yargıya başvuracağız.

‘TARİKATLAR YÖNLENDİRİYOR’

-MEB neden sizi ihraç etti?

İhraç için Halil Konakçı, İhsan Şenocak, Cübbeli Ahmet dedikleri kişinin başını çektiği bir kampanya düzenlendi. Onlar iftiralarıyla, konuşmalarımızı çarpıtarak linç başlattılar.  Sonra devletin MEB’i kendi çalışanını ihraç etti. Bu kişiler cami kürsülerini işgal ediyorlar şu an. Kendileri gibi düşünmeyenleri hedef gösteriyorlar ve kamu gücü tarafından bir müeyyide ile karşı karşıya kalmıyorlar. Ürkütücü olan orası. MEB üzerinde böyle bir yönlendirici güce sahipler.

-Tarikatların MEB ile birçok protokolü var zaten, nedir değerlendirmeniz?

Tarikatlar devletin okullarında kendi propagandalarını yapıyor. Devletin kurulucu ilkelerini savunanlara bir sindirme ve baskı söz konusu. Zaten tarikatlar istedi diye MEB ihraç etti. Ama yargı ihraç kararını bozdu. Göreve döneceğimi duyan çevreler öfkeye kapıldı belki de o öfkenin sonucu olarak saldırı ile karşı karşıya kaldık.

-MEB avukatı ne ile suçladı davada sizi?

Bir takım şikayetler üzerine soruşturmanın açıldığını söylüyor. Fakat şikayet edilen konulara ilişkin suç unsuruna rastlanmadığı belirtiliyor. Ancak soruşturma açılmışken, ‘Biz de sosyal medya mesajlarına bakalım’ yoluna gitmişler. Şikayete konu olmayan konuları dosyaya ekleyip o konulardan bir ceza ortaya koymuşlar.

-Nedir onlar?

Kitabımızı Sayın Kılıçdaroğlu’na, Sayın Akşener’e, Ekrem başkana, Mansur başkana vermiştik. Onlara yazdıklarımı dosyaya koymuşlar. Dediğim de şu, ‘Teşekkür ederim gösterdikleri ilgi için, Allah razı olsun’. Bunları ‘siyaset yapmak’ diye değerlendirdiler. Ben iktidar partisini övseydim, kitabı iktidar partisinin genel başkanına il başkanına verseydim. Yine siyaset yaptı diyecekler miydi? Yok. Yargı kabul etmedi tabii. Cumhurbaşkanı ‘Biz Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almış bir iktidarız’ diyordu. Ona yönelik, ‘Makamı, mevkisi kim olursa olsun kimse böyle bir söz söyleyemez. Zira kuruluş ilkelerinden biri Türk milliyetçiliğidir.’ Yani bir devlet başkanı, başkanı olduğu devletin kuruluş ilkeleri aleyhine söz söyleyemez. Bunu da göçmen politikasına ilişkin eleştirilerimle birlikte ‘cumhurbaşkanının itibarını sarsmak’ diye değerlendirip dosyaya koymuşlar. Diyanet’e yönelik eleştirilerimi ise ‘devlet kurumlarını aşağılamak’ diye değerlendirmişler. ‘Diyanet’in itibarını sarsmak’ ifadesi de var. Ben savunmamda ‘Diyanet’in bir itibarı yok. Neden? Devletin kurucusuna hakaret eden insanları bünyesinde barındıran bir kurumun nasıl itibarı olabilir. Ayasofya’da isim vermeden de olsa Atatürk’e hakaret edildi ve işlem yapılmadı. Devletin kurumu, devletin kurucusuna nasıl hakaret eder. O kurumun itibarı olur mu?’ diye ifade verdim.

‘ADETA PAPA GİBİ’

MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü de artık hafız yetiştirecek, bu Diyanet’in işi değil midir, nasıl karşılıyorsunuz?
Bunlar medrese sisteminde olduğu gibi tüm eğitimi Diyanet’e bağlama hedefindeler. Yanlış olan şu: Diyanet kendi görev alanının dışına taşmış durumda. Diyanet devlet içinde devlet gibi. Adeta paralel devlet. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir ruhban sınıfı, bir teokratik devlete dönüştürme gayreti var. Din adamları devleti. Halbuki Hz Peygamber din adamlarının iktidarını yıkmak ve müminlerin söz sahibi olacağı bir sistem kurmak için yola çıktı. Hz Peygamber’in döneminde şirk dininin rahipleri vardı ve onlar yönetiyordu Arap Yarımadasını. Din adamlarının iktidarı, ruhban sınıfının iktidarı İslam’a tepeden karşı olmak demek. İslam’ın temel değerlerine aykırıdır bu. Din adamlığı yoktur İslam’da. Bunlar şimdi İslam’da olmayan bir müesseseyi icat ettiler.  Bir ruhban sınıfı yaptılar. Dolayısıyla Diyanet artık eğitime de, ekonomi yönetimine de, orduya da karışıyor. Askerin, jandarmanın mezuniyet töreninde, adli yıl açılışında bulunuyor. Diyanet adeta kilise gibi kutsama ritüelleri yapıyor. Mezun oluyorsunuz Diyanet sizi kutsuyor, göreve başlıyorsunuz Diyanet sizi kutsuyor. Papa gibi adeta. Halbuki İslam’da böyle bir şey yok. Dua edilecekse de herkes kendi duasını eder. Hz Peygamber’in yapmadıklarını bunlar yapıyor. Bunlar neredeyse tırnak içinde söylüyorum, peygamberden daha dindarlar. Gülünç bir manzara ile karşı karşıyayız.

-Klasik bir din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni değilsiniz, neden standartların dışına çıktınız?

Ben Hz Muhammed’in iletisinin gerçek özünü kavradım. Ben Kuran’ın mesajının ruhunu yakaladım. O nedenle böyleyim. Onlar tahrif edilmiş, yozlaştırılmış, saptırılmış bir dinin taraftarları. Ben ve benim gibi hareket eden arkadaşlarım ise Muhammedi İslam’ı savunuyoruz. Kuran’ın temel mesajını İslam’ın hakikatini savunuyoruz. Onlar ise adeta şirke bulaştırılmış bir dini savunuyorlar. Onlar deyim yerindeyse Muaviye’nin yolundalar. Yani yol sorunumuz var, onlarınki ve bizimki farklı.

‘İSLAM’DA SALTANAT YOKTUR’

-Nasıl bir yol ?

Onlar İslam’ı yanlış yoldan yanlış menzile götürmeye çalışıyorlar. Allah’ın arzuladığının dışında bir hedefe doğru Müslümanları götürmeye çalışıyorlar ki  o hedef saltanat dinciliğidir. Halbuki İslam’da saltanat yoktur. Onlar sultanları, kralları savunurlar. İslam sultanlara, krallara karşı baş kaldırı hareketidir. Ruhban sınıfına karşı olduğu gibi sultanlara karşı da baş kaldırı hareketidir.

‘SİYASETTE SULTAN ÖZENTİLERİ VAR’

-Bizde de öyle bir durum var mı?

Sultanlık özentisi içinde olan kimi siyaset erbabını maalesef görüyoruz. Ama bu Allah’ın dinine savaş açmaktır ve bu savaşı kazanmaları mümkün değil. Firavunlar, sultanlar, krallar devrildi. Kendini yeryüzünde Allah’ın temsilcisi gibi gören ne sahte Tanrılar devrildi. Bugün de bu şekilde bir sultanlık hevesi özlemi içinde olanlar varsa bilsinler ki onların da kazanması mümkün değil. Zira hak batıl mücadelesinde günün sonunda hakkın galibiyetinin kesin olacağına inanlardanız biz.

‘GENÇLER DEİZMLE BAŞ KALDIRIYOR’

Gençlerle bir aradasınız. Gençlerin deizme yöneldiği doğru mu?

Gençlerin yöneldiği deizm hak katında, bunların savunduğu din anlayışından daha muteberdir. Zira gençler bugün din adına sergilenen saçmalıklara tepki gösteriyorlar. Deizm gençlerin bir arayış içinde olduğunun göstergesi. Akıl mantık dışı sözde vaazları dinlediklerinde tepki gösteriyorlar. Ben geçlerin deizme yönelmesini olumlu buluyorum. Birkaç yıl önce bu yöndeki bir yazım nedeniyle uzaklaştırılmıştım. Ateistleri deistleri övdü Müslümanlara saldırdı diye çarpıtmışlardı. Gençlerin deizme yönelmesi endişe edilecek bir şey değil tam tersi bu saltanat dinciliğine karşı bir baş kaldırıdır. Gençler saltanat, Emevi dinciliğinden kurtulsun ki  biz sonra onlara gerçek İslam’ı anlatabilirim.

-Zorunlu din dersine bakışınız nedir?

Zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır. Herkesin kendi inancına göre olabilmelidir. Bu konuda hiçbir yargı kararı uygulanmıyor maalesef. Yasa tanımaz bir dönemin içindeyiz. Dersler adına uygun içerikte olsa sıkıntı olmayacak, adına uygun nitelikte değil. Dersin adı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ama müfredatta bir mezhep propagandası. Vahabilik, Emevi din anlayışı. Açıkça bunu sahiplenmiyorlar ama anlatıyorlar anlatıyorlar sonuçta vardığımız nokta Emevi Müslümanlğı. Muhammedi İslam değil. Kuran’ın anlattığı İslam değil.  

‘ATATÜRK İLE BARIŞIK OLMAYAN DEVLETİN MEMURU OLAMAZ’

-‘Atatürk’ün memuruyum’ diyorsunuz, ne demektir bu?

Atatürk tarihimizin en büyük kahramanı. Hatta tüm Türk tarihini bir kefeye koysanız Atatürk’ü bir kefeye koysanız yine de Atatürk ağır basar. Ben Cumhuriyet devrimini, gerçek Müslümanlığın yolunu açan, gerçek Müslümanlığa imkan sağlayan bir devrim olarak görüyorum. Kemalizmi de bu anlamda İslam’ın bir yenilenmesi olarak değerlendiriyorum. Kimileri bu sözlerimize öfke duyuyor. Çünkü onlar yorum gücüne sahip değil, kıt akıllı kişiler deyim yerindeyse. Atatürk’ün memuruyum demek; ‘Ben Atatürk devrimlerini savunuyorum, o devrimleri savunmak için görevliyim’ demek. Atatürk, Cumhuriyet devrimini gerçekleştirdi, devleti kurdu. Eğer bir kimse Atatürk ile barışık değilse bu devletin memuru da olamaz. Önce Atatürk’ün memuru olacak ki sonra Türkiye Cumhuriyeti devletinin memuru olabilsin. Bugünkü yanlış iş ve işlemlerin sergilendiği sistemin memuru değil, devletin kurucusu Atatürk’ün memuruyum. Ben burada suyun kaynağına işaret ediyorum. Su kaynaktan çıkmış, mesafe almış ve bulanmış. Ben o bulanık suyun içindeki balık değilim. Suyun kaynağındaki berraklığın içindeyim. Kastettiğim budur.