Şentop, TBMM’de düzenlenen '1921 Anayasası'nın Kabul Edilişinin 100. Yılı' sempozyumunun açılışını yaptı. Şentop’un konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:
GAZETECİLER HAKLARINDA DAVA AÇILINCA AĞLIYORLAR: Baro başkanları bir yürüyüş planladılar. Meclis’in önüne kadar geldiler. Salgın dolayısıyla Meclis’e girişlerle ilgili tedbir karı alınmıştı salgının başladığı mart ayından itibaren. Aşağı yukarı 5-6 aydır meclise giriş yasağı vardı. Baro başkanlarından bir grup meclise girmek istiyorlardı. Arkadaşlarla biz o zaman görüştük. Bu şartlarda temsilen birkaç kişinin gelebileceğini ifade ettik. Fakat bunu kabul etmiyoruz birlikte geliyoruz dediler. Nümayiş içerisinde bir gösteri yapmak istiyorlar ama bizim almış olduğumuz bir karar var. Baro başkanları için bu kararı imtiyazlı şekilde uygulamamız mümkün değil. Bu tablo karşısında bazı gazeteciler ‘iyi ki gitmemişsiniz zaten Meclis dediğiniz nedir’ havasında yazılar yazmaya başladılar. Meclis sizin istediğiniz gibi değilse, sizin imtiyazlı pozisyonunuzu temsil eden şahısların sayısı azınlıktaysa meclis bu milletin meclisi. İstiklal harbini yürüten meclis. Bu meclisi sizin itibarsızlaştırma, hakaret etmeye hakkınız yok. Sonra haklarında davalar açıldığı zaman bu sefer de bağırmaya başlıyorlar. Sağa sola çamur atmaya çalışıyorlar.
TARAFSIZLIK SADECE YEMİNDE BİR KELİME: Başkanlık sistemlerinin hepsi Cumhuriyettir. Aynen parlamenter sistemde Başbakan’da olduğu gibi Başkan ya da bizim sistemimizdeki isimlendirmesiyle Cumhurbaşkanı burada tarafsız bir akam değil siyasi parti üyesi olabilen, siyasi tarafı olan ve bunun için de kendisine yürütme yetkisi verilen kişidir. ‘Tarafsız’ yetkisi olmayan bir kişiye yetki de verilmiyor zaten. Taraflılık tarafsızlık tartışmasında sadece yemindeki bir kelimeden hareketle Anayasa’daki onlarca maddede yapılan düzenlemeyi yok sayabilen bir yaklaşımın nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilemiyorum. Bu da bilgi fukaralığının bir başka tezahürü. Hizmet götürmede bir tarafsızlık söz konusudur bu ise milletvekillerinde dahi geçerli bir husustur.
BİRÇOK TEMEL KAVRAMIN KARIŞTIRILDIĞINI GÖRÜYORUZ: Kuvvetler ayrılığı sistemleri yasama ve yürütme kuvvetlerinin ayrı ayrı organlara verildiği sistemler. Malumunuz Türkiye’de 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul edilen yeni bir hükümet sistemi var. Bu bağlamda yürütülen tartışmalarda birçok temel kavramın karıştırıldığını görüyoruz. Kuvvetler ayrılığı dediğimiz sistemde bu kuvvetlerin çok katı ve sert ayrıldığı zaman Başkanlık Sistemi ortaya çıkıyor, yumuşak ayrım dediğimiz bir sistemde ise Parlamenter Sistem ortaya çıkıyor.
BUGÜN YÜRÜRLÜKTE OLAN BAŞKANLIK SİSTEMİDİR: Bizim bugün 16 Nisan 2017 referandumu ile kabul ettiğimiz sistem, bu çerçevede kuvvetler ayrılığı ve birliği bağlamında kuvvetler ayrılığını esas alan, hatta sert, katı kuvvetler ayrılığını esas alan bir sistem başkanlık sistemi. Birçok kişi burada sistemin doğası gereği olmayan, tamamen siyasi konjonktür gereği olan hususlardan hareketle, bir nevi kuvvetler birliği sistemi varmış gibi değerlendirme ve yaklaşımlarda bulunuyorlar. Bu, siyasi partilerin yapısı, siyasi partiler sistemi bağlamında tartışılabilecek ayrı bir konudur. O bakımdan bugün Türkiye'de anayasal olarak yürürlükte olan hükümet sistemi, bir başkanlık sistemidir.
‘TOPAL ATIN KÖR ALICISI OLUR’: Çok tuhaf, bu sözü bir yerde söyledim, bir gazetede yapılan değerlendirmede, 'Meclis Başkanı hükümet sisteminin başkanlık sistemi olduğunu itiraf etti' diyor. Bunu okuyunca çok utandım tabii, nasıl itiraf etmişim diye. Aslında 16 Nisan 2017'den beri Türkiye'de hükümet sistemi, başkanlık sistemi. Bunu bilmeyen, ben itiraf ettiğim zaman öğrenen bir kişinin bu kadar büyük bir bilgi fukaralığıyla bir şeyler yazıyor olabilmesi hakikatten büyük bir cesaret ve cüret isteyen bir şey. Maalesef Türkiye'de her malın alıcısı var. Eski bir tabir, kelimelerin mazur görülmesini isterim; 'topal atın kör alıcısı olur' derler. Dolayısıyla her lafın, her sözün, her değerlendirmenin 83 milyonluk ülkede az veya çok alıcısı olacaktır.
İKİ SİSTEMİN ŞANZIMANI FARKLI: Bu bağlamda en önemli sıkıntımız şudur: Hükümet sistemi değişiklikleri birçok ülkede olağanüstü durumlarda yapılıyor. Halbuki biz tamamen anayasanın öngördüğü sistemle parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçtik. Bu süreçte aktörler hepsi aynı, anlayışlar, alışkanlıklar aynı. Dolayısıyla tartışma yürütürken önceki sistemin anlayışlarını, alışkanlıklarını esas alarak yeni sistemi yürütüyoruz. Bazı arkadaşlar öyle ileri gidiyor ki siyasi parti üyesi bir Cumhurbaşkanı olursa ‘olmaz öyle sistem’ diyorlar. Buna hep vermiş olduğum bir örnektir. Malum manuel vitesli araçlar var, otomatik vitesli araçlar var. Manuel vitesli araca alışık olanlar otomatik vitesli araca bindiğinde ayakları debriyajı arıyor ama yok. Debriyaj olmadığı zaman katı bir manuel vites anlayışına sahip olmayan birisi ise sürücü ‘debriyajı olmayan araç olmaz. Bu araba yürümez. Ben bunu kullanmam’ diyebilir. Bugün parlamenter sisteme dair tanımlamalar ve kriterlerle yeni sistemi anlamaya çalışanların temel sorunu bu. Debriyajı olmayan araba olmaz diyor ama arabalar gayet gidiyor, yürüyor. Paradigması farklı, şanzımanı farklı.
CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ İÇİN DEBRİYAJ BENZETMESİ: Burada kafa karıştıran husus ‘Cumhurbaşkanı’ kelimesinin önceki sistemde de bu sistemde de aynen korunmuş olması. İki kelimenin aynı olduğunu sanıyorlar halbuki bunlar sadece adaş. Yani isim benzerliği var. Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı o sistemin ölçütleriyle eşittir sadece Cumhurbaşkanı idi. Ondan ayrı olarak Başbakan, ayrıca bir kabine, Bakanlar Kurulu vardı. Bu yeni sistemde, adı yine Cumhurbaşkanı ama bu yeni sistemde Cumhurbaşkanı eşittir Cumhurbaşkanı artı Başbakan artı Bakanlar Kurulu. Sistem değerlendirmelerini yaparken bu tür detayları bilmeyen insanlar ‘debriyajsız arabaya araba demem’ diyebilir. Bu bir fikirdir ama itibar edeceğimiz bir fikir değildir.
İHANET ZİHNİYETİ İÇİNDE OLANLAR VAR: Balkan Harbi’nde kaybettikten sonra Edirne’nin kurtulması için bir mücadele yürütülüyordu. Enver Paşa o zaman Harbiye Nazırı. Siyasette ve asker içerisinde gruplaşmalar o kadar artmış ki sonuçta ‘Edirne’ye Enver gireceğine Bulgar girsin’ diyecek kadar alçalan, ihanet zihniyeti içinde bulunanlar vardı. Bugün ülkeyi 'Bu ülkeyi Recep Tayyip Erdoğan yönetmesin de kim yönetirse yönetsin' veya 'Türkiye ekonomik, başka bakımlardan zarara uğrasın, batsın da millet belki bize bir şeyler verebilir' diye bekleyen bir ihanet zihniyeti içerisinde olan insanlar da var. Ama onlar hiçbir zaman kazanamamışlardır. Kazanan her zaman Türkiye'nin İstiklal-i Tam’ını ve istikbalini düşünenler olmuştur. Milletimiz de bu anlayış içerisinde, bu kararlılık içerisinde hareket ediyor.'