Merkez Bankası'nda yaşanan görevden almalara da tepki gösteren Akşener, 'Erdoğan sayesinde artık mevsimlik işçi oldular. Yazlık Merkez Bankası Başkanı ayrı, kışlık Merkez Bankası Başkanı ayrı. Her sezona yeni bir başkanla giriyoruz” diye konuştu. Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hitaben, “‘Vakit Türkiye vakti’ diye iş başına gelenlerin artık bu milletin yakasından düşme vakti geldi de çattı. Haydi Sayın Erdoğan, vakit tamam. Çırpınmanın, çamura yatmanın alemi yok. Milletimiz bu gidişe daha fazla tahammül edemez. Artık vakit, hesap vakti. Artık vakit, sandık vakti. Artık vakit, seçim vakti' dedi.
Meral Akşener, partinin TBMM’deki grup toplantısında son siyasi ve ekonomik gelişmeleri değerlendirdi. Akşener’in konuşmasından öne çıkan satır başları şöyle:
TÜM YETKİLER KENDİSİNDE, ETKİ ORTADA: “Biliyorsunuz, 3 yıl önce Sayın Erdoğan, adeta ‘Ver yetkiyi, gör etkiyi’ diyerek bizlere bir söz vermişti. Neydi o söz? Arkadaş, bizlere faizle, enflasyonla, dolarla, nasıl mücadele edilir gösterecekti değil mi? Nitekim bugün ülkemizde devletin bankaları onun yetkisinde. Medyanın büyük çoğunluğu onun kontrolünde. Hazine, maliye, yine onun yetkisinde. Hatta bağımsız olması gereken Merkez Bankası bile onun yetkisinde. Yani tüm yetkiler kendisinde. Peki ya etki? Etki ortada: Faizler ve enflasyon tavan, dolar 10 liraya koşuyor. İşsizlik alıp başını gitmiş. Çiftçi, esnaf, emekli, herkes perişan. İşte size partili Cumhurbaşkanlığı ile uçan Türkiye. İşte size tam yetkili Sayın Erdoğan’ın 3 yılda ülkemize olan etkisi…
YAZLIK MERKEZ BANKASI BAŞKANI AYRI, KIŞLIK MERKEZ BANKASI BAŞKANI AYRI: Gösterdiği bu olağanüstü yönetim performansı yetmiyormuş gibi, kendisi bir de adeta dolaptaki yazlıklarla, kışlıkları değiştiriyormuş gibi Merkez Bankası başkanlarını değiştirmeyi de son zamanlarda alışkanlık haline getirdi. Normalde görev süreleri 4 yıl olan Merkez Bankası başkanları, Sayın Erdoğan sayesinde artık mevsimlik işçi oldular. Yazlık Merkez Bankası Başkanı ayrı, kışlık Merkez Bankası Başkanı ayrı. Her sezona yeni bir başkanla giriyoruz. Geçtiğimiz hafta faiz indirimine mesafeli duran kurul üyelerine de el attı. Bunun kaçınılmaz etkisi olarak da milletimizi dizginlenemeyen bir dolar kuruyla baş başa bıraktı. Sayın Erdoğan, farkında mısın artık bilmiyorum ama sen bildiğini okumaya, her şey yolundaymış gibi davranıp sorumsuzca konuşmaya ve sorunları çözmek yerine halının altına süpürmeye devam ettikçe dolar artıyor.
128 MİLYAR DOLARI ÇATIR ÇATIR YEDİLER: Dolar arttıkça milletimizin alım gücü düşüyor. Dolar arttıkça esnafımız sattığının yerine yenisini koyamıyor. Dolar arttıkça çiftçinin mazotu, gübresi, ilacı, tohumu zamlanıyor. Dolar arttıkça orta ölçekli firmalarımız zora giriyor, servetimiz el değiştiriyor, firmalarımız yok pahasına yabancıların eline geçiyor. Yani milletimiz perişan oluyor. Ve tüm bunlar olurken Maliye Bakanı zaten ortada yok, sense sadece seyrediyorsun. Aynı senin seyrettiğin gibi Merkez Bankası Başkanı da seyrediyor. Bu arkadaş, bir de çıkmış ‘125 milyar dolar rezervimiz var’ diyor. E madem o kadar rezervin var, müdahale etsene. Niye doların artışına seyirci kalıyorsun? Niye milletimizin yoksullaşmasına kayıtsız kalıyorsun? Müdahale etsene kardeşim! Edemez, edemez. Çünkü rezervler Merkez Bankası’nın değil. 128 milyar doları çatır çatır yediler. Merkez Bankası da tam takır, kuru bakır kaldı. Şimdi de ödünç aldıkları dövizler için alacaklılar kapıda bekliyor. İşte o nedenle müdahale edemez. Şu anda Merkez Bankası’nın net rezervi maalesef eksi 43 milyar dolar. Yani Merkez Bankası, bugün 'dükkânı kapatacağım' dese 43 milyar dolar paraya ihtiyacı var.
TÜRKİYE'NİN EN GÜZİDE KURUMUNDA NE BAĞIMSIZLIK KALDI NE İTİBAR: Her seferinde söyledik, her seferinde uyardık. Bugün burada yine tekrar ediyorum: Merkez Bankası, gücünü itibarından alır. İtibarı da bağımsızlığından gelir. Ama Sayın Erdoğan sağ olsun, Türkiye’nin en güzide kurumunda ne bağımsızlık kaldı ne de itibar. Bak Sayın Erdoğan, her sorunun çözümü önce doğru teşhisle başlar. Milletimizin sana verdiği tüm bu yetkiler sonrasında dolar kurunun son 3 yılda 4,5 liradan 9,33 liraya çıkmasının sebebi sensin, sen. Bunu artık kabul et. Sen, sözüm ona faizleri düşürdün ama Türkiye’nin risk primi arttı. Risk primi artınca tahvil faizleri arttı. Ticari kredilerin faizleri arttı. Döviz cinsinden bulunacak dış kaynak için ödenecek faiz de arttı. Senin bu beceriksizliğin yüzünden devlet bütçesinden sadece bu yıl 200 milyar lira faiz ödemesi yapılacak. Bu 200 milyar lira, Türkiye’de kayıtlı 22 milyon çalışanın vergilerinden daha yüksek. Yani 22 milyonun ödediği verginin tamamı faize gidecek. Dahası var. Kurdaki bir liralık artış, dış borcumuzu da 450 milyar lira artırıyor.
ONLARIN CEPLERİNDEN KURUŞ ÇIKMAYACAK, LÜKÜS HAYATLARI TAM GAZ SÜRECEK: Sayın Erdoğan partili Cumhurbaşkanı olarak göreve geldiğinden bu yana ülkemizin dış borcu tam 2 trilyon lira arttı. Peki bu borç nasıl ödenecek biliyor musunuz? Ürün fiyatları artacak, öyle ödenecek. Gıda fiyatları artacak, öyle ödenecek. Doğal gaz ve elektrik fiyatları artacak, öyle ödenecek. Giyim kuşam fiyatları artacak, öyle ödenecek. Yani bizlerin cebinden çıkan para ile ödenecek. Onların ceplerinden kuruş çıkmayacak, lüküs hayatları tam gaz sürecek, faturayı millet olarak hepimiz ödeyeceğiz.
HAYDİ ERDOĞAN VAKİT TAMAM: Milletçe bize bu faturayı kesen de bu hesabı ödeten de bizzat Sayın Erdoğan’dır. Paramızın pul olmasının sebebi de borç içinde yüzmemizin nedeni de bizzat Sayın Erdoğan’dır. 2018’de aldığı yetkiyle sefa süren de milletimizin kendisine gösterdiği güveni boşa çıkartan da bizzat Sayın Erdoğan’dır. İşte o nedenle ‘Vakit Türkiye vakti’ diye iş başına gelenlerin artık bu milletin yakasından düşme vakti geldi de çattı. Haydi Sayın Erdoğan, vakit tamam. Çırpınmanın, çamura yatmanın alemi yok. Milletimiz bu gidişe daha fazla tahammül edemez. Artık vakit, hesap vakti. Artık vakit, sandık vakti. Artık vakit, seçim vakti. Artık vakit, iyilerin vakti.
İSTİKRARSIZLAŞAN SURİYEYİ PKK'NIN ELİNE BIRAKTI: Sayın Erdoğan ve arkadaşları, dış politikayı da tıpkı ekonomiyi yönettiği gibi yönetiyor. Yani akılsız ekonomi politikaları ve keyfi kararlar, nasıl risk primimizi arttırıp ödediğimiz bedeli yukarı çekiyorsa benzer bir durumu dış politikada da yaşıyoruz. Biz, bugün Suriye’de, Sayın Erdoğan’ın önce ABD’ye ardından da Rusya’ya sorumsuzca verdiği tutulması mümkün olmayan sözlerin bedelini ödüyoruz. Kendisi Suriye’de şahsının politikalarını uyguluyor, bedelini de milletimiz cebiyle, Mehmetçiğimiz ise canıyla ödüyor. Gelin, hep birlikte yakın geçmişi bir hatırlayalım: Suriye’de iç savaş ilk başladığında Sayın Erdoğan, Şam’da cuma namazı kılma hayallerinin peşine düştü. Bu hayalini de ABD’nin desteğiyle gerçekleştirebileceğini düşündü. Bunun için Şam hükûmetini tamamen karşısına aldı. Beraber deniz tatili yaptığı kardeşi Esat’ı anında ‘Katil Esed’ yaptı. İstikrarsızlaşan Suriye’yi de PKK’nın eline bıraktı.
BU SEFERDE DÜMENİ RUSYA'YA KIRDI: 2015 yılının ekim ayında, ABD’nin Esad’ı devirmek için savaşmaya hiç de niyetli olmadığını anlayan Rusya bizzat Suriye’ye asker çıkarınca, Sayın Erdoğan da kısa bir bocalamanın ardından bu sefer de dümeni Rusya’ya kırdı. Bu dönemde Rusya ile iyi ilişkiler kurmak için taviz üstüne taviz verdi. Bu dâhiyane, ‘ne vereyim abime’ yaklaşımının sonucunda, bugün başımıza bela olan ve fellik fellik kurtulmanın yollarını aradığımız S-400’ler, 2,5 milyar dolar peşin para karşılığında satın alındı. Sayın Erdoğan’ın bütün önemli milli ve tırnak içi yerli konularda bakış açısı, ‘parasal karşılığı nedir’ üzerindendir. Öyle ki Türkiye, bu alımı yaptığı için yıllardır yatırım yaptığı, F-35 projesinden çıkartıldı ve yaklaşık 11 milyar dolarlık bir kayba uğradı. Dolayısıyla S-400 işinin bize maliyeti, 13,5 milyar dolar yani 120 milyar Türk lirası oldu. Bunun karşılığında ise elimizde dekoratif roketlerimiz, F-35’lerin de posterleri kaldı. Sürecin devamında iktidar, 2018 yılında imzaladığı Soçi mutabakatında, İdlib’teki radikal unsurların Şam hükûmetine ve Rus birliklerine herhangi bir saldırıda bulunmayacağını garanti etti. Üstelik Sayın Erdoğan, bununla da yetinmedi. Herhangi bir saldırı durumunda Rusya ile ortak tepki vereceğini de taahhüt etti. Tüm itirazlarımıza ve uyarılarımıza rağmen yürütülen bu akıllara zarar diplomasinin ilk acı sonucunda, 2020 yılının şubat ayında İdlib’de 33 evladımız şehit oldu. Yani Soçi mutabakatına uymayan Rusya ve Esad oldu, ama görüşme talep eden yine biz olduk. Askerimizi şehit eden Rusya ve Esad oldu, ama Putin’in ayağına gidip kapılarda bekletilen yine biz olduk. Moskova’da kazanan Rusya ve Esad oldu ama geri adım atan yine biz olduk.
SIRF İÇ POLİTİKADA RÜZGAR OLSUN DİYE...: Sayın Erdoğan, şu ana kadar aldığın tüm yanlış kararlar ülkemizi bu noktaya getirdi. Şimdi de çıkmış, ‘Tehditleri orada ya etkin güçlerle ya da kendi imkânlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız’ diyorsun. Ama kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir yerde bunu neye güvenerek söylüyorsun? Mesela geçtiğimiz günlerde kankan Putin’le yaptığın gizli görüşmede, Rusya’nın hava sahasını bize açacağının garantisini aldın mı? Geçmişte sırf iç politikada rüzgar olsun diye yaptığın dış politika giderlerinden sonra her defasında verdiğin tavizlerden yola çıkarak seni şimdiden uyarmak istiyorum: Bu milletin parasını daha fazla sokağa atamazsın. Eğer Afrin’de kalmak için her iki senede bir Putin’e 2,5 milyar dolar ödeyeceksen sana ‘ev sahibi’ değil ‘kiracı’ derler. Toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye, Türkiye’nin lehinedir. O nedenle ya Esad’la masaya otur ve Şam hükûmetinin egemenlik tesis etmesine yardımcı ol ya da bölgedeki Mehmetçiğimizi korumak için gereken tedbirleri bir an önce al. Ama sakın günü kurtarmak ve kamuoyunu oyalamak için Putin’e o haracı ödemeyi aklından geçirme. Yoksa milletimizin emeğinin, evlatlarımızın geleceğinin hesabını sormak için karşında bizi bulursun.
Sen, artık geçmişte sana güvenip oy verenleri bile umursamayacak kadar milletinden kopmuş olsan da ben, milletin meclisinde milletimizin dertlerini konuşmaya devam edeceğim. Sen ve yancıların, milletimizin feryadına bile ‘tiyatro’ deyip geçseniz de ben, memleketi il il, ilçe ilçe dolaşıp milletimizle buluşmaya devam edeceğim. Sen, duyulmasın, görülmesin diye yayınları kestirsen de ben, her hafta bu kürsüde sözü milletimize bırakmaya devam edeceğim.
İSTİHDAMDA TÜRKİYE ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’NIN İLERİ DEMOKRASİLERİYLE REKABET EDİYOR: Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtiğimiz 2018 yılından bugüne kadar, çalışma çağındaki nüfusumuz 3 milyon artarken çalışan kişi sayımız 667 bin azaldı. İşsiz sayımız da 678 bin arttı. İşgücüne katılma oranımız 2,5 puan, istihdam oranımız ise 3,4 puan azaldı. Hatırlayın; iktidara geldiklerinden beri özel sektöre dayalı bir büyüme ve istihdam modeli inşa edeceklerini söyleyenler, nedense son yıllarda bunu pek dile getiremez oldular. Bu ilginç durumun nedeni, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın verilerinde saklı. Bu verilere göre; ülkemizde kamuda istihdam edilenlerin sayısı, 2017’nin ikinci çeyreğinden 2021’in ikinci çeyreğine, tam 1 milyon 244 bin kişi artmış. Yani dört yılda 1 milyon 244 bin kamu çalışanı, pek de liyakat kriterleri gözetilmeden işe alınmış. Aynı dönemdeki TÜİK verilerine göreyse toplam istihdamdaki artış 103 bin kişi olmuş. Bu ne demek biliyor musunuz? Bu, özel sektördeki istihdam 1 milyon 141 bin kişi azalmış demek. Yani özel sektörde işten çıkarılan her 100 kişiye karşılık, kamuda 109 kişi işe alınmış demek. Nitekim bugün ülkemizde kayıtlı çalışanların dörtte biri kamu tarafından istihdam ediliyor. Bu öyle bir oran ki sadece iş dünyasını demokrasiye doyurmalarıyla meşhur Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde görülebiliyor. Yani istihdamda Avrupa ülkeleriyle rekabet edebilecek potansiyele sahipken Sayın Erdoğan ve fevkalade yetkin mesai arkadaşlarının elinde Türkiye, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın ileri demokrasileriyle rekabet ediyor. Vizyona bakar mısınız? İktidardakilerin dünya liginde ülkemiz için layık gördüğü yere bakar mısınız? Yazıklar olsun.
ÖZEL SEKTÖR ÖNÜNÜ GÖREMİYOR: Peki ülkemizde özel sektör neden istihdam sağlayamıyor? Cevabı basit. Çünkü özel sektör önünü göremiyor. Ne döviz kurunu ne finansman maliyetini ne de saat başı keyfi bir şekilde değişen vergi mevzuatını kestirebiliyor. Hâl böyle olunca da yeni iş sahaları oluşturmak için yapması gereken yatırımları devamlı erteliyor. Özel sektör yeterli iş sağlayamayınca ne oluyor? O zaman da zaten az sayıdaki çalışanımızın pazarlık gücü azalıyor. Böyle bir ortamda ise hem ücretler düşük oluyor hem de kayıt dışına yönelim oranı artıyor. Ülkemizde ücretlerin millî gelirden aldığı payın tarihin en alt seviyesine inmesi de işte tam olarak bu yüzden. Tüm bu acı tablo içerisinde bir yandan da kamuda işe girmek için AK Partili amca, teyze, dayı ve kayınçolar üzerinden giden gayri ahlaki torpil mekanizmaları çalışmaya başlıyor. Yani artık AK Parti iktidarı sayesinde siyasetçiler vatandaşa değil, vatandaş siyasetçilere hizmet etmeye başlıyor. Nitekim TÜGVA gibi ne dolaplar çevirdiği daha yeni yeni açığa çıkmaya başlayan vakıf görünümlü alengirli yapılar da bu sayede güçlenmeye başlıyor.
İKİNCİ ŞANS OKULLARI VE GARANTİLİ YETENEK PROGRAMLARI: Bir diğer büyük problem de sayısı her geçen gün artan ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerimiz. Bunu çözmek için de İYİ Parti iktidarında İkinci Şans Okulları’nı ve Garantili Yetenek Programları’nı hayata geçireceğiz. İkinci Şans Okulları ile umudunu kaybetmiş ve uzun süredir işsiz olan gençlerimize tekrar eğitim imkânı sağlayarak onları istihdama kazandıracağız. Garantili Yetenek Programları’yla ise yeni bir kariyer alanına yönelmek veya becerilerini geliştirmek isteyen gençlerimize katılım karşılığında haftalık belirli bir ücret vererek eğitim olanakları sağlayacağız. Bu anlattıklarım hayal değil. Hepsinin fizibilitesi, finansman planlaması ve yol haritası hazırlandı. İktidara geldiğimizde düğmeye basmamız yeterli.
KENDİSİNİ İLK SEÇİMDE EMEKLİ EDİP ÇEKTİĞİ BU ÇİLEYE SON VERECEĞİZ: Milletimize iyi gelmek, Türkiye’yi iyileştirmek için durmadan çalışmaya devam ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki projelerimizi, programlarımızı ve çözümlerimizi uygulamaya koyacağımız günler çok yakın. İnancımız tam, enerjimiz yüksek. Emin adımlarla iktidara yürüyoruz. Bu memleketi hak ettiği gibi yönetmeye geliyoruz. E tabi bu sırada Sayın Erdoğan’ın uykularını da fena hâlde kaçırdığımızı biliyoruz. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilerim. Ama Sayın Erdoğan hiç merak etmesin. Az kaldı, sandık ufukta göründü. Kendisini ilk seçimde emekli edip çektiği bu çileye son vereceğiz. Bu vesileyle kendisine şimdiden emeklilik planlarını yapmaya başlamasını tavsiye ediyorum.
4 DEĞİL 40 YILDA UĞRAŞSANIZ BİZİMLE BAŞ EDEMEYECEKSİNİZ: 25 Ekim’de partimizin 4’üncü yaş gününü kutlayacağız. Şunu unutmayın ki biz, Türkiye’nin içerisine hapsolduğu en karanlık günlerde ‘Türkiye İYİ olacak’ diyerek memleketimize güneş olduk. Umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dönemde ‘Umudunu kesme sakın, bak iyiler var’ diyerek milletimize umut verdik. Siyasetin yan gelip yatmaya alıştığı zamanlarda ‘Millet bizi çağırıyor’ diyerek yollara düştük. Bugün de acemi ellerde hırpalanmış cennet vatanımız için ‘Türkiye iyileşecek’ diyerek iktidara yürüyoruz. Adil, mutlu ve huzurlu bir Türkiye için çıktığımız bu kutlu yolda elbette önümüzü kesmek isteyenler, karşımıza dikilenler olacak. Buradan onlara seslenmek istiyorum: Elinizden geleni ardınıza koymayın! Ne yaparsanız yapın, iyileri durduramayacaksınız! Ne söylerseniz söyleyin, yolumuzdan saptıramayacaksınız! 4 değil, 40 yıl da uğraşsanız bizimle baş edemeyeceksiniz! Çünkü biz, İYİ Parti’yiz! Size rağmen kurulduk. Size rağmen büyüdük. Size rağmen hala buradayız. Ve size rağmen iktidara gelip, size rağmen başaracağız! Ve o kutlu gün geldiğinde, siz utanacaksınız. Biz başardıkça siz utanacaksınız. Türkiye büyüdükçe, milletimiz zenginleştikçe siz utanacaksınız. Bize attığınız iftiralardan utanacaksınız. Bize ettiğiniz kötülüklerden utanacaksınız. Türkiye’yi öyle yöneteceğiz ki yarın ‘Peki siz ne yaptınız’ diye soracak olan torunlarınızdan utanacaksınız. Çünkü bizim yolumuz hak yoludur, hakikat yoludur. Bizim yolumuz millet yoludur. Bizim yolumuz Ömer’in yoludur!”
EMEKLİ ASTSUBAY BAĞRI: TSK'NIN EN BÜYÜK MESELESİ ASTSUBAY MESELESİDİR
Akşener, konuşmasının bir bölümünde emek Astsubay Fahrettin Bağrı’ya söz verdi. Bağrı şöyle konuştu:
'Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en büyük meselesi astsubay meselesidir. Hallolmadıkça sıkıntı ve azaplar bitmeyecektir. Mesleki itibar eşitlenmedikçe bu sıkıntı ve azaplar çekilmeye devam edecektir. Şanlı şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri’nde astsubay olmak, yurdun en ücra köşelerinde canı pahasına görev yapmak, şehitlik ve gazi olmayı akıldan çıkarmamak, ordunun profesyonel insan gücü değerinin en büyük değerini oluşturuyor olmak ve günü geldiğinde bu görev üzerinden emekli olmak, her ne hikmetse daima yetersiz görüldü. Astsubayların özlük haklarıyla ilgili çıkarılan kanunların gerekçe ve madde gerekçeleri de hep mesleki nitelik yönünden temayüz etmek, subaylık nosyonu kazanmak ve yüksek sicil notuna sahip olmak hedefi vardı. Komisyon ve genel kurul görüşmelerinde de siyasi partiler ve milletvekilleri bu amaca hiç karşı çıkmadılar. Ben, sizlerin aracılığıyla soruyorum; amaç subay olmaksa astsubay sınıfı neden vardır.”