Meral Akşener İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptali için avukatı aracılığıyla Danıştaya başvurdu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının iptali için avukatı aracılığıyla Danıştaya başvurdu.
Yürütmenin durdurulması ve duruşmalı inceleme istemli olarak, Anayasa'ya aykırılık olduğu belirterek dilekçede, '20.03.2021 tarih ve 31429 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 19.03.2021 tarih ve 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın, öncelik ve ivedilikle davalı idarenin savunması alınmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına, savunma süresinin kısaltılmasına, savunma alınması akabinde de yürütmeyi durdurma kararının devamına ve daha sonra duruşmalı yapılacak inceleme neticesinde dava konusu kararın İPTAL’ine,
2) Dava konusu kararın dayanağı; 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesinde yer alan “bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme” ibaresi olduğundan ve bu ibare Anayasa’nın 6, 87, 90 ve 104. maddelerine aykırı olduğundan, anılan hükmün T.C. Anayasası’nın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesi’ne İTİRAZ YOLU ile başvurulmasına karar verilmesi talebimiz Hk' ifadlerine yer verildi.
Akşener'in, Avukatı Uğur Poyraz Danıştay'a verdiği dilekçede şu ifadeleri kullandı:
Türkiye Cumhuriyeti tarafından 11.05.2011 tarihinde “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) imza altına alınmış, 24.11.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş, işbu sözleşmenin onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun (6251 Sayılı Kanun) 29.11.2011 tarih ve 28127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış ve nihayet 10.02.2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile de onaylanmıştır.
Hal böyleyken 20.03.2021 tarih ve 31429 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 19.03.2021 tarih ve 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile; “İstanbul Sözleşmesi” olarak addedilen mezkur sözleşmenin, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereği olduğu ifade edilerek, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine karar verilmiştir.
2) 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-a maddesinde: ‘’ İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan’’ davaların iptal davası olarak tanımlandığı görülmektedir. Bu hüküm uyarınca huzurdaki davayı her bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı açabileceği gibi, dava konusu idari işlem sonucunda özellikle kadınların menfaatlerinin ihlal edildiğinden hareketle, her bir Türk kadınının işbu davada taraf sıfatına haiz olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
3) Yine Danıştay Kanunu’nun 24/1. maddesinin (a) ve (b) bentleri uyarınca; Cumhurbaşkanı kararlarına ve Cumhurbaşkanınca çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri dışındaki düzenleyici işlemlere karşı açılacak iptal davaları, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görüleceği hükme bağlanmış olup, işbu davada görevli ve yetkili mahkemenin Danıştay Başkanlığı olduğu hususu sabittir
4) Bilindiği gibi; İdari işlemler, kamu gücü kullanarak idare işlevine ilişkin olarak tesis edilen, muhatapları yönünden çeşitli hak ve/veya yükümlülükler doğuran tek yanlı irade açıklamalarıdır. Bundan hareketle, idari işlemin unsurları; 'idari makamlarca yapılmış olmaları', 'tek yanlı olmaları' ve 'icrailik niteliğini taşımaları' olduğu gibi; Danıştay İDDK’nun 13/02/2019 tarihli ve 2016/5177 E. 2019/542 K. sayılı kararında da benzer biçimde “2577 sayılı Kanunda tanımlanan iptal davalarına konu edilebilen idari işlemlerin, idarenin tek yanlı irade beyanıyla, kişilerin hukuksal durumlarında değişiklik meydana getiren etkili ve yürütülmesi zorunlu idari işlemler olduğu” vurgulanmıştır.
Bu çerçevede; İdari işlemin icrai (yürütülebilir) nitelikte olması için ilgililerin hukuksal durumunu değiştirmesi, ilgilileri hukuksal yönden etkilemesi gerekmektedir. İdari işlemin icrailik unsurunu değerlendirirken işlemin 'kesin' ve 'nihai' olması, yani; o işlemin idare tarafından kişi hakkında uygulanabilmesi için artık başka bir makam veya mercinin onay ve iznine ihtiyaç duyulmaması, kişi tarafından da, o işlemin dava konusu yapılabilmesi için tüketilmesi gerekli ve zorunlu herhangi bir itiraz ve başvuru zorunluluğunun bulunmaması gerekmektedir.” değerlendirildiğinde; huzurdaki davaya konu Cumhurbaşkanı Kararının anılan niteliklerin tümünü ihtiva ettiğinde de kuşku bulunmamaktadır.
II. İPTAL NEDENLERİ ve ANAYASA AYKIRILIK İDDİASI
T.C. Anayasası’nın
6. maddesi “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” ;
87. maddesi “Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri (…) milletlerarası andlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, (…) ve Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmektir.,
90. maddesi “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”,
104. maddesi “(…) Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.” şeklinde hükme bağlanmıştır.
Hal böyleyken, Anayasa aykırılık iddiamıza konu; 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesi ile; Milletlerarası andlaşmaların onaylanması, bunların feshini ihbar etmemek suretiyle yürürlük süresini uzatma, Türkiye Cumhuriyetini bağlayan bir milletlerarası andlaşmanın belli hükümlerinin yürürlüğe konulması için gerekli bildirileri yapma, milletlerarası andlaşmaların uygulama alanının değiştiğini tespit etme, bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme, Cumhurbaşkanı kararı ile olur” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Anayasanın 87. maddesi uyarınca TBMM tarafından uygun bulunan İstanbul Sözleşmesi’nin Anayasanın 90. maddesi gereğince kanun hükmünde olduğu tartışmasızdır. Oysa “kanun hükmünde” olduğu açık olan uluslararası sözleşmelere ilişkin tasarruf yetkisi kural olarak yasama organına aittir. Sadece ilgili maddelere bakıldığında da açıkça görüleceği gibi; Anayasa’ya aykırılık iddiasıyla itiraz yoluna başvurulması talebimize konu bu düzenleme; yasama organına ait olan uluslararası sözleşmelerle ilgili bu tasarruf yetkisini, Anayasa’nın 6. maddesi hilafına Cumhurbaşkanı tarafından kullanılmasına cevaz vermektedir. Nitekim dava konusu 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı da anılan düzenlemeye dayalı olarak tesis edilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin temel haklarla ilgili bir kanun hükmünde olduğu ve Anayasanın 104. maddesi gereğince temel haklar, kişi hakları ve ödevleriyle, siyasi haklar ve ödevlerin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile düzenlenemeyeceği hususu sabit olduğundan; 9 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ve dava konusu kararın dayanağını teşkil eden “bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme,” şeklindeki düzenleme; Anayasanın 6, 87, 90 ve 104. maddelerine açıkça aykırıdır. Bu nedenle anılan hükmün T.C. Anayasası’nın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yolu ile başvurulması zaruret arz etmektedir.
Bununla bağlantılı olarak; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine yönelik dava konusu Cumhurbaşkanı Kararı da pek tabii ki Anayasaya aykırıdır. Somut olayla ilgili olması bakımından, “Hukuk Devleti”nin en önemli unsurlarından olan “kanuni idare” ilkesinin hatırlanması gereklidir. Kanuni idare ilkesi en geniş anlamıyla, idare ve faaliyetlerine Anayasa ve anayasal hükümlere aykırı olamayacağı tartışmasız olan kanunların egemen olmasıdır. Kanuni idare ilkesi bir yanıyla idarenin üstlendiği görevleri yerine getirirken, mevzuata uygun davranmasını, diğer yandan idarenin belli konularda faaliyette bulunabilmesi için mutlak surette buna dair bir “yetki”yi haiz olmasını zorunlu kılmaktadır. Bir diğer deyişle kanuni idare ilkesinin doğal uzantısı “yetki” konusudur.
Huzurdaki davada iptal talebine konu kılınan 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararının tesisinde; Cumhurbaşkanı, kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanarak, bir diğer deyişle yetkisi olmadığı halde İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmiştir.
Bir diğer yandan; bir idari işlemin yapılması için yetkili kılınan makamın, o işlemin değiştirilmesi, geri alınması ve kaldırılması konusunda da yetkili olması, yasal düzenleme dahi gerektirmeyen, halin icabı ve mantıksal bir zorunluluk olan, bu şekilde doktrinin benimsediği ve yargısal içtihatlar yolu ile idare hukukunda, “yetkide ve usulde paralellik” şeklinde adlandırılmış bir ilkedir. Buna göre huzurdaki dava özelinde; 6251 sayılı Kanunla TBMM tarafından onaylanması uygun bulunan ve Anayasanın açık hükmüne göre kanun hükmünde olan İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi işlemi de, söz konusu ilke gereğince ancak TBMM’nin iradesiyle gerçekleştirilebilecektir. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmesiyle yetki ve usulde paralellik ilkesi de ihlal edilmiş olduğundan, dava konusu karar, idari işlemin yetki ve şekil unsurları yönünden açıkça hukuka aykırılık teşkil etmektedir.
İdare hukukunda “sebep” denildiğinde, idari işlemin dışında, idareyi böyle bir işlem yapmaya yönelten etkenler anlaşılır. Nitekim Danıştay 13. Dairesinin 02/06/2015 tarih ve 2015/547 E. 2015/2043 K. Sayılı kararında da bu husus “İdari işlemin unsurları arasında yer alan sebep unsuru, idari işlemden önce gelen ve idareyi belirli bir işlem yapmaya sevk eden hukukî veya fiilî etken olarak tanımlanmaktadır” denilmiştir. Bu nedenledir ki; sebep, idari işlemin dayanağını oluşturur. Yine bu nedenledir ki; idari işlemler “gerekçeli” olmalıdır.
Somut olay özelinde yetki yönünden hukuka aykırılık içeren işlemde, bununla bağlantılı olarak herhangi bir takdir yetkisinin varlığından da söz edilemeyecek olmakla birlikte; bir an için aksi varsayıldığında burada; idareyi, sözleşmeyi feshetmek yönünde işlem yapmaya sevk eden maksadın açıklanması zarureti karşımıza çıkmaktadır. Bir diğer deyişle, kullanılan yetkinin “NEDEN karardaki gibi tecelli ettiğinin” anlaşılması için”, bunun açıklaması gerekir. Oysa bakıldığında; bu şekilde feshedilen Sözleşmenin 1. maddesinde belirtildiği üzere; “Bu sözleşmenin maksatları şunlardır:
kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;
kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak;
kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak;
kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştırmak;
kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamak.”
Dava konusu işlem tesis edilirken, İstanbul Sözleşmesi’nin hangi sebeple feshedildiğine dair herhangi bir ifade belirtilmemiştir. Somut olayda öncelikle dava konusu işlemin sebebi açıklanmadığına göre, iptali istenen kararın isabetli bulunmadığını, takdir yetkisinin yerinde kullanılmadığını kabul zorunluluğu vardır. Ayrıca hatırlamak gerekir ki; dava konusu karar içeriğinde “somut bir sebep olmakla birlikte” her ne kadar “9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereği” denilerek bir dayanak gösterilmişse de, bizzat bu dayanak Kararname hükmü, yukarıda belirttiğimiz Anayasal hükümlere açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
Özetle; nitelik itibariyle salt sözleşmenin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedildiğinin belirtilmesi ile yetinilen huzurdaki dava konusu idari işlemle; idari işlemin sebep öğesi yönünden de açıkça hukuka aykırı bir kararın altına imza atılmıştır.
İdari işlemin konu unsuru; işlemin hukuk düzeninde doğuracağı hukuki sonucu ifade etmektedir. Bu nedenle yukarıda sebep unsuru bakımından ifade edildiği gibi; konu unsuru yönünden de bu kez öngörülen veya istenen sonucun somut ve sağlıklı dayanaklarıyla ortaya konulması zaruridir. Oysa yine bizzat yine Anayasal hükümlere bakıldığında; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, sonucu gereği Anayasanın;
“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” başlıklı 15 inci maddesinin “(…) kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz (…)”,
“Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı” başlıklı 17. maddesinin “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir (…)”
hükümlerine ve sair temel haklar, özgürlükler ile ödevlere dair hükümlere açıkça etkide bulunmaktadır. Bu kapsamda, dava konusu işlemin doğurduğu hukuki sonuç sebebiyle, vatandaşların ve özellikle Sözleşme hükümleri kapsamında koruma altına alınan kadınların hak ve menfaat ihlallerine uğramaları kuvvetle muhtemeldir. Bu kapsamda sayın Başkanlığınızca da takdir edileceği üzere, hukuka ve hakkaniyete aykırı bir şekilde tesis edilen somut işlemin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yönünden geri dönülemez zararlara neden olacağı kuvvetle muhtemel ve dahi açıktır. Bu nedenle konu unsuru yönünden de hukuka aykırı olan idari işlemin iptali gerekmektedir.
Dava konusu karar, idari işlemin “kamu yararı” unsuru bakımdan değerlendirildiğinde ise, haliyle öncelikle akla, bir uluslararası sözleşmenin veya bu sözleşmenin feshinin, “kamu yararı” ile doğrudan bağlantılı olan “kamu hizmeti” ile nasıl ilişkilendirileceği gelmektedir. Bununla birlikte her halükarda; kanunda ayrıca özel amaç gösterilmemişse, idari işlemin amacı geneldir ve değişmez ve bu kamu yararıdır. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 27/12/2007 tarihli ve 2007/939 E. Sayılı kararında açıkça ifade edildiği üzere “Bütün idari işlemlerin kamu yararı maksadını taşıması gerektiği tartışmasızdır. İdare işlem tesis ederken kişisel, siyasal, üçüncü kişilere yarar sağlama amacı gütmemeli, mali çıkar sağlama amacıyla yetki saptırması içinde bulunmamalı, ayrıca birden fazla kamu yararının çatışması durumunda 'üstün kamu yararını' dikkate almalıdır. Dolayısıyla idari işlemin maksat yönünden yargısal denetimi de işlem ile sağlanan her türlü yarar ve işlemin ortaya çıkardığı tüm sakıncalar göz önüne alınarak yapılmalıdır. Ayrıca, yasada özel bir amaç belirlenmiş ise işlemin bu amaca uygun olması gerektiği de kuşkusuzdur.” Bilindiği üzere, Danıştay’ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir.
Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin kişisel, siyasal yahut üçüncü kişilere çıkar sağlama saikiyle idari işlem tesis edemeyeceği hukuk düzenimizce kabul edilmiştir. Kadınların temel haklarının korunmasını güvence altına alan İstanbul Sözleşmesi’nin idare tarafından fehsedilmesinin, kamu yararı amacını taşıdığını düşünmek mümkün değildir. Zira, davaya konu idari işlem tesis edilirken herhangi bir gerekçe yahut amaç bildirilmediği de göz önünde bulundurulmalıdır. İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesinde herhangi bir kamu yararı bulunmadığı, aksine Sözleşmenin iptal edilmesinin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadınlarının mağduriyetine sebep olacağı gözetilmelidir.
Anayasanın 5. maddesinde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” denilmiş olup; somut durumda kişinin hak ve hürriyetlerini kısıtlamamak ve bu doğrultuda müdafaa etmek devletin temel görevlerindendir. İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin vatandaşlar yönünden doğuracağı sonuçların, hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu su götürmez bir gerçektir. Kaldı ki davalı idarenin, dava konusu işlemi tesis ederek İstanbul Sözleşmesi’ni Türkiye Cumhuriyeti yönünden hukuka aykırı biçimde feshetmesinde herhangi bir hukuki menfaatinin bulunmadığı, Sözleşmenin kaldırılmasında kamu yararının söz konusu olmadığı açıktır.
Yukarıda açıkça belirtildiği üzere, İstanbul Sözleşmesi’nin amacı Anayasa ile güvence altına alınan aile ve aile birliği kavramlarını etkilemek yahut zedelemek değildir. Tersine, kadına karşı şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması temel amaç olup; Sözleşmenin kaldırılması için, bu amacın üzerinde bir kamu yararının bulunduğu kabul edilemeyecektir. Bu kapsamda, dava konusu idari işlemin amaç yönüyle de hukuka aykırı olduğundan bahisle iptali gerekmektedir.
Anayasamızın 2. maddesi ‘’Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.’’ amir hükmünü haizdir. Yukarıda belirtilen ve sayın Başkanlığınız tarafından resen göz önünde bulundurulacak diğer hususlar ışığında, huzurdaki davaya konu idari işlem Anayasaya ve hukuka açıkça aykırıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu ve dava konusu idari işlemin hukuk devleti ilkeleri ile taban tabana zıt olduğu gözetildiğinde, işbu hukuka aykırı idari işlemin iptaline karar verilmesi gerekmektedir.
III - YÜRÜTMENİN DURDURULMASI NEDENLERİ
Yürütmenin durdurulmasına karar verilebilmek için varlığı aranan zararın maddi ya da manevi nitelikte olabileceği genel kabul görmektedir. Buradaki tek ölçüt, zararın telafi edilemeyecek nitelikte olmasıdır. Yürütmenin durdurulması kararları, mahkemenin önüne gelen uyuşmazlığı çözerken adil ve etkin yargılamanın gerektirdiği bir önlem olarak düşünülmektedir. Bu kriter gözetilerek karar verilirken, idari yargıda yürütmenin durdurulması kararının amacı göz önünde bulundurulmalıdır. Böylece, yürütmenin durdurulması kararı ile ulaşılmak istenen amaç, eski halin iadesini mümkün kılmak, işlemin tesis edildiği zamandan önceki durumu korumak olduğuna göre, bu kavramdan anlaşılması gereken, işlemin uygulanması halinde eski hale iadesi güç ya da imkansız durumların ortaya çıkacak olmasıdır. Bu konuda bkz. D.10.D. 15.02.1990 gün ve E.89/2490, K.90/270, (D.D., S.80, s.432)
Bu sebeple, dava konusu edilen işlemin yürütülmesinin durdurulmaması halinde ileride verilebilecek olan bir iptal kararının etkisinin azalması ya da etkisiz hale gelmesi ihtimali varsa yürütmenin durdurulmasına karar verilmelidir.
Burada idari yargı yerlerince güçlü silahlarla donatılmış idare karşısında tek korunma vasıtası yargısal denetim olan davacının ve başta kadınlar olmak üzere T.C. Vatandaşlarının menfaatleri gözetilmelidir. Telafisi imkansız zarar teriminden para ile telafi edilebilir zararların anlaşılması da mümkün değildir. Çünkü, “hukukta telafisi imkansız zararlar yoktur. Ölüm bile, maddi ve manevi bir zarar olarak tazmin edilebildiğine göre, bunu ‘eski hale getirilmesi ya çok güç ya da imkansız bir durum’ olarak nitelemek doğrudur.” (İl Han Özay, Devlet, İdari Rejim…, s.159, dn.274.).
Anayasaya aykırı olarak tesis edilen idari işlemin uygulanması halinde Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) kapsamında hakları korunan vatandaşların, telafisi güç veya imkansız zararlara uğrayacağı açıktır.
İSTEM SONUCU : Yukarıda açıklanan ve re’sen bulunacak sair nedenlerle;
1) 20.03.2021 tarih ve 31429 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 19.03.2021 tarih ve 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı’nın, öncelik ve ivedilikle davalı idarenin savunması alınmaksızın yürütülmesinin durdurulmasına, savunma süresinin kısaltılmasına, savunma alınması akabinde de yürütmeyi durdurma kararının devamına ve daha sonra duruşmalı yapılacak inceleme neticesinde dava konusu kararın İPTAL’ine,
2) Dava konusu kararın dayanağı; 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 3. maddesinde yer alan “bunların hükümlerinin uygulanmasını durdurma ve bunları sona erdirme” ibaresi olduğundan ve bu ibare Anayasa’nın 6, 87, 90 ve 104. maddelerine aykırı olduğundan, anılan hükmün T.C. Anayasası’nın 152. maddesi uyarınca iptali için Anayasa Mahkemesi’ne İTİRAZ YOLU ile başvurulmasına
3) Yargılama giderleri ve vekâlet ücretinin davalı yana yükletilmesine karar verilmesi bilvekale saygı ile arz olunur.
9367,77%3,72
34,47% 0,05
36,42% 0,21
2956,00% 0,72
4956,37% 0,55