Ocaktan'ın yazısı şöyle:AK Parti kurulduğu günden bu yana iktidar konforuna alışkın bir parti olduğu için özellikle kriz dönemlerinde eli ayağına dolaşıyor, çünkü krizin nasıl yönetileceğine ilişkin bir pratiğe ve de geleneğe sahip değil. İşler yolunda giderken muhalefetin ne dediğinin pek önemi yoktu. Bu yüzden de iktidar, 20 yıl koyunca muhalefet dahil kimseye karşı hesap verme zorunluluğunun bulunduğuna ilişkin bir anlayışa asla prim vermedi.
Ancak artık işler yolunda gitmediği için bütün ezberler bozuldu. Düşünün ki 2011’e kadar Türkiye’nin demokratikleşmesinde, kalkınmasında önemli katkıları olmuş bir partinin iktidarında ülke yeniden 1990’ların kirli ve karanlık görüntüleriyle sarsılıyor ama iktidar ortalarda yok. Suç örgütü lideri olarak tanımlanan bir isim doğrudan hükümetin İçişleri Bakanı’nı hedef alan ciddi iddialarda bulunuyor ama iktidar görmezden geliyor ve talihsiz bir şekilde insanlar iktidarın değil, Peker’in ne dediğini ya da ne diyeceğini merak eder hale geliyor.
Maalesef AK Parti iktidarı gerçeklerle yüzleşmeyi göze alamadığı için bizzat kendi ürettiği krizleri çözme iradesini göstermek yerine, her seferinde “Dış güçler Türkiye’yi durdurmak için içerideki yerli işbirlikçileriyle birlikte iktidarımıza saldırıyor” benzeri bir hamaset diliyle problemleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Bu zihniyet savrulması yüzünden AK Parti’nin derdi o kadar büyük ki;
-Suç örgütü lideri olarak tanımlanan Sedat Peker’in yenilir yutulur gibi olmayan iddiaları “dış güçler”in saldırısı olarak görülüyor. Daha da vahim olanı iddiaların muhatabı olan bakan bizzat kendi iktidarının bakanlarını, vekillerini, bürokratlarını itham ederek ellerini yıkayıp kenara çekilebiliyor.
-Bir yönetim beceriksizliği olarak 128 milyar doların kimlere, kaça satıldığı izah edilemeyince fatura ya yine kökü dışarıda “karanlık güçler”e kesiliyor ya da yıllardır iktidarda olmayan CHP sorumlu tutuluyor.
-İktidar ekonomik rasyonaliteden uzaklaştığı için kaçınılmaz olarak derin bir ekonomik çöküntü yaşanıyor, bu yüzden toplumun önemli bir kesimi günlük maişetini temin etmekte bile zorlanıyor ama iktidar sanki hiçbir şey olmamış gibi büyüme masalları anlatmaya devam ediyor. Eğer “alem bize hayran” şeklindeki hamasi söylemlere inanmayıp hükümetten çözüm ve izahat bekleyenler olursa onları da “dış güçler”in aparatı olarak suçlayıp arkasına bakmadan yoluna devam ediyor.
-Hukuku, hesap verilebilirliği ortadan kaldıran “Türk tipi” yeni rejimle birlikte hiçbir şeyin denetlenemediği, yanlış yapanın yanına kar kaldığı için “pudra şekerci” elamanların AK Parti merkezinde yer bulabilmesi ahlaki bir çürümenin sonucu olduğu görülemiyor.
-Hukuk ve etik dışı yollarla kocasının şirketinden dezenfektan alan bir bakanla ilgili toplumsal vicdanı rahatlatıcı izahatlar yapılamıyor.
Ve doğal olarak yönetilemeyen her krizin “karanlık güçler”in eseri olduğu şeklinde yazılan hikayenin sonu da yaklaşıyor. Çünkü insanlar, her krizde başrol verilen “dış güçler”in neden 20 yıldır bir türlü bitirilemediğini sorgulamaya başlıyorlar.
Bu yüzden de iktidarın her kriz sonrasında çözüm olarak bulduğunu sandığı iletişim faciaları, toplumsal muhalefetin güçlenmesinden başka bir işe yaramıyor.
Oysa Amerika’yı yeniden keşfetmenize gerek yok… Eğer niyetiniz farklı yollara saparak despotik hayaller kurmak değilse, problemleri ya da krizleri çözmenin yolu belli; hukuk devleti temelinde şeffaf, hesap verilebilir, liyakati esas alan bir yönetim anlayışını hakim kılmaktır.
Ama artık iktidarın böyle bir derdi de, niyeti de yok… Bu yüzden de kimse bu hikayenin nasıl biteceğini bilmiyor, daha doğrusu bilmek istemiyor…