İçindeki yaratıcılık onu sanatın ışıltılı dünyasına attıktan sonra bile mücadele ruhundan vazgeçmeyen, ‘Ne yaparsam taammüden yaparım’ diyen Ahmet Mümtaz Taylan hayata dair umut yükselten isimlerden. İçten yanıtlarıyla KRT için konuştu.
KRT TV'den Aslı Atasoy'un sorularını içtenlikle yanıtlayan Usta uyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, siyasi tercihlerinde babasının ve dayılarının etkili olduğunu aktardo. Taylan, 'Gezi haklıydı, şimdi de haklı ve hep haklı kalacak' dedi. İşte Ahmet Mümtaz Taylan'ın verdiği o mülakat:
Çocuk yaşlarda sert koşullarda çalıştınız. O günlerden bugüne sizde kaldı?
Daima ayakta kalma ve kendi işini kendin görme duygusu. Yardıma muhtaç olmama güdüsü. O yıllarda sert değildi bu durum. Şimdiki gençler için sert olabilir. O zamanın ruhunda çok küçük yaşlarda politize olmuştuk. Küçük yaşlarda başımızın çaresine bakmayı, çaresiz kalmamayı öğrenmiştik. Bana özel bir şey değil. O yılların karakteristiği nedeniyle birçok genç böyle idi.
Herkes kendi zamanının ruhuna göre biçim alıyor
Peki o koşulların dünya görüşünüze katkısı nasıl oldu?
Babam da dayılarım da politik tercihlerini açık biçimde yaşıyorlardı. Dolayısıyla farklı disiplin ve fikirleri görerek büyüdüm. Esas okul sokaktır benim açımdan. İnsan, çok erken yaşta çalışmaya başlayıp, sokağı her türlü yaşayınca politik olgunluğa daha hızlı geliyor. Yıllar da ona müsaitti, daha politize bir kuşaktık. Şimdiki zamanla kıyaslama yapmak doğru değil çünkü farklı parametreler, farklı eğitim sistemleri var. Ebeveynler farklılaştı. O yüzden şimdikiler depolitize diye de düşünmüyorum. Herkes kendi zamanının ruhuna göre biçim alıyor.
Bu biçimden memnun musunuz?
Başa çarem yok artık. Geriye dönüşü yok. Olanı doğru yapmaya çalıştım. İçinde olduğum koşulları, o gün aklımın yettiği düzeyde doğru biçimde değerlendirmeye çalıştım. Fena da değil. Benim başladığım noktadan başlayan herkes belki bugün bu yeri bulamayabilirdi. Ben buldum. Utanmadan kızıma anlatabiliyorum.
Kariyerinizin başında yönetmen olma arzunuz vardı. Yönetmen olma fikrine ne oldu?
Sinema yönetmeni olmayı çok istiyordum. O zaman Türkiye’de sinema okulu filan yoktu. Bari oyunculuktan başlayayım dedim. Sonra oyunculuk üstüme kaldı. Ben oyunculuktan önce tiyatro yönetmeniyim. Onu da gerçekleştirdim. Sinema yönetmenliği ise hala bekliyor. Tahmin ediyorum bütün bu işleri bırakacak hale gelmeden önce en az 5 film çekerim. Biraz daha zaman var önümde.
Yönetmenlikle ilgili nasıl bir planlamanız var?
Artık doğrusu kendi senaryolarımı çekmek istiyorum. Hayran olduğum bir şey çıkarsa başkasının senaryosunu da çekerim. Hazır olan bir sürü şey var. Bilgisayarımda adı ‘yengeç sepeti’ olan proje havuzum var. Sinema senaryoları, novella taslakları yer alıyor. Bundan sonra hayatımın büyük bölümünü yazarak ve çekerek geçireceğim. Sorumluluklarım gereği düzenli çalışmam gerekiyordu. Kızım üniversiteyi bitiriyor. Düzenli olarak oyunculuk yapma zorunluluğum da yavaş yavaş bitiyor. Bundan sonra ‘bunu yapmıyorum, ana akıma da çıkmıyorum’ gibi kararlar verebilme lüksüne artık sahibim. Şartlar oluştuğu zaman yönetmenlik yapacağım.
Gezi Davası çağrısındaki ilk imzacılardansınız. Son durum için neler söylersiniz?
O metin kendini çok iyi anlatıyor. Hukuksuzluğa, adaletsizliğe bir itiraz metni. Son açıklanan kararların hukuki değil daha çok siyasi olduğunun vurgusunu yapıyor. Gerek 18 yıl, gerekse müebbet alan Osman Kavala’nın durumu ülkede hepimizin içler acısı halini anlatıyor. Her bildirinin altına imza atmaya hevesli birisi değilim ama bu çok elzem bir şeydi.
Kararı ilk duyduğunuzda ne hissettiniz?
Böyle bir şey çıkacağını bekliyordum. Yine de insan umut eden bir varlık son dakikada ‘bir egemenin aklı başına gelir mi’ sorusu insanın zihnini kemiriyor tabi. Çok büyük üzüntü duydum, utandım, öfkelendim, kızdım ve içerledim. Ne söyleyebilirim ki? Ne söylesem mevcut durumun absürtlüğünü, haksızlığını ifade etmek çok zor.
Gezi haklıydı, şimdi de haklı ve hep haklı kalacak
Bu sene Gezi Direnişi’nin 9. yıl dönümü. Buradan baktığınızda ne görüyorsunuz?
Gezinin ne kadar önemli ve haklı bir itiraz olduğunun kanıtı aslında bunlar. Aradan geçen 9 yıl içerisinde yarattığı tedirginlik hiç azalmamış demek ki. Muhakkak delilsiz, haksız da olsa aleyhinde bir karar çıkarma gereği duydular. Aksi takdirde bu kararlar çıkmasaydı Gezi bütünüyle legalize olacaktı. Herhalde bunu da istemediler. Ayrıca toplumu kutuplaştırmak için bir fırsattı. Bu fırsatı da kaçırmadı iktidar. Gezi haklıydı, şimdi de haklı ve hep haklı kalacak.
Peki Erdoğan ile yaptığınız konuşmaya dair şu andan baktığınızda başka türlü konuşsaydım dediğiniz oldu mu?
Her türlü şeyi söyledik, hiç aklımda kalan bir şey yok. Sayın Erdoğan’a lisanı münasip ile her şeyi söyledik. Bunun yanlış olduğunu, o insanlar ile iletişim kurulması gerektiğini söyledik. Ülkesini seven insanların kaygılarını dile getirdiğini, kahir çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu bu itiraza kulak verilmesi gerektiğini, bunun memleketin hayrına olacağını aksi takdirde derin ve kapanmayacak bir yaraya dönüşeceğini o gün o toplantıda bulunanlar kendi üsluplarınca ifade ettiler. Benim açımdan eksik kalan hiçbir şeyim yok. O gün söylemem gereken her şeyi söylemiştim. Bugün de söylerim, yarın lazım olursa bir daha söylerim. Onunla masaya oturulmaz, bununla masaya oturulmaz gibi şeylerden hiç hazzetmem. Bu yaklaşımı doğru da bulmuyorum. Kimle anlaşamıyorsanız onunla masaya oturursunuz. Bizim gibiler için konuşmaktan başka bir yol yok. Biz o gün dinledik de sadece konuşmadık. Başkalarının yaptığı toplantılarla karıştırılmasın. Biz davet edilmiştik, randevu filan istemedik. Olumlu bir sonuç aldığımızı düşünerek kalktık, sonra farklı gelişti hadiseler.
Peki konuşarak hallolacağına inanıyordunuz ama konuşarak hallolmadı. Bu inancınızı nasıl yorumlayalım?
Başka bir yol bilmemek, başka yolları benimsememek diyelim. Muhalifinizle, karşı olduğunuz şeyle otururuz konuşursunuz. Tartışırsınız, dinlersiniz ve bir yer varmaya çalışırsınız. Anlaştığınız noktaları öne çıkartırsınız, anlaşamadığınız yerleri biraz ötelersiniz. Yani diplomaside olduğu gibi. Başka da bir yol bilmiyorum. Çatışmayı, itişmeyi kakışmayı benimseyecek değilim. Benim mensubu olduğum disiplin belli. Film çekiyorum, yazıyorum, çiziyorum. Hikaye anlatıcısıyım, işim bu.
Konuşarak değiştiremiyorsak ne yapılabilir?
Sandık 4 yılda bir yıl geliyor. Erken seçim de çok hayırlı bir şey değil. Erken seçim olmasın demiyorum. Olacaksa olur ancak bir ülkenin zırt pırt seçim sathı mahalline girmesi ekonomik ve sosyolojik olarak travmatik bir şeydir.
Bir hayal kırıklığı oldu mu?
Hayal kırıklığı bizim işimiz. Biz bu ülkede yaşıyoruz. O işleri iyi biliriz. Ama hayal kırıklığını yılgınlığa dönüştürmüyoruz. Hayal kırıklığı baki ama yılgınlık yok.
Özgürlük ve hakikat arasındaki makas bu zamanlarda giderek açılıyor. Böyle olunca da işler sarpa sarıyor. Sizin kendi özgürlükleriniz ve hakikatleriniz arasında durum nasıl?
Çok tartışılmayacak temel doğrular var. İnsan hakları, eşitlik, özgürlük, saygı ve birlikte yaşama kültürü gibi temel kavramlar. Bunların ne olduğu üzerinde anlaşamadığımız sürece ne iç ne dış barış mümkün. Hakikat ile gerçek arasındaki farkı bulmak zorundayız. Hakikat değişmez, gerçek değişebilir. Gerçek ahlak gibi konjonktüreldir. 50 sene önceki ahlak ile şimdiki ahlak aynı şey değil. Ancak temel şeylerde anlaşmak zorundayız. Esas bunun üzerine konuşmamız lazım. Genel olarak birlikte yaşama kültürünün gerektirdiği şeyler var. O konularda topluca aynı şeyi anlamamız gerekiyor. Fırsat eşitliği yoruma açık bir şey değildir. Bunlar üzerinde anlaşabilirsek birlikte yaşamayı başarabiliriz. Birlikte yaşamak her konuda aynı şeyi düşünmek değildir. Herkes kendi memleketi için kendini sorumlu hissettiği alan için farklı doğrular üretebilir farklı gelecekler görebilir. Ama birlikte yaşamanın olmazsa olmazları vardır. Bu konuda anlaşmamız gerekir.
Özgürlüğün olmadığı yerde hakikatten söz edebilir miyiz?
Hakikatten söz edebiliriz ama bize bir faydası yoktur. Hakikat orada bir kaya gibi duruyordur ama hayat değişmez. Hakikat hayatı çoğaltmaya yarıyorsa anlamlı. Bu kadar kutuplaşma hakikati de zedeliyor. Temel meselelerde anlaşamıyoruz, anlaşmamız için de ne mümkünse yapılıyor. O kurguya figüran olmaktan kurtulamadık.
Sadece olması gerekenden söz ediyoruz, kimi zaman itirazlarla kimi zaman öfkeyle. Bu itirazı nasıl dönüştürebiliriz?
Örgütlenme, her zaman örgütlenme! Hem de birbirine benzeyenlerin kendi arasındaki örgütlenmesinden bahsetmiyorum. Benzemeyenlerin de toplu bir örgütlenmesi lazım. Temel meselelerde birbirine saygı duymak mesela. Oralarda çözeceğiz işi. Yoksa herkes kendi doğrusunu haykırdığı sürece bir mezat ortamından kurtulamıyoruz. Kim derdini, ideolojisini pazara çıkarıyorsa ve en çok bağırıyorsa onları konuşmak zorunda kalıyoruz. Gerçek bu olabilir ama hakikat bu değil.
Israrla ayağa takılan bir taş olmayı tercih ettim
Bu duygu sizde neye karşılık geliyor? Ben küçükken Samed Behrengi kitapları okumuş ve dünyadaki eşitsizlik karşısında perişan olmuştum.
Kemalettin Tuğcu ile bitirilmiş bir kuşağız. Onun anısına saygısızlık etmek istemem ama biraz karanlıktır biliyorsun. ‘Teslimiyet acı karakterimizdir’ gibi bir şey çıkıyor o edebiyattan. Ben onlara razı değilim. Önüne konulan ile yetinebilen birisi değilim. Öyle olsaydı hala bir yerlerde çok da yaratıcılığımı kullanamadığım bir işte, hayat gailesi içinde olurdum. Hala hayat gailesi içindeyim ama en azından seçtiğim yerde, doğru bulduğum her şeyi söyleyerek yapıyorum bunu. Bu bir ülkü meselesidir. Eskiler ‘mefküre’ diyorlar. Ülkünüzden vazgeçtiğinizde zamana teslim olmuş sayılırsınız. Ben teslim olacak birisi değilim. Konuşmadığınız şeyler vazgeçtiğiniz şeylerdir. Ben vazgeçmeyi bilmem, vazgeçmem. Ait olduğum bu duygudur. Toprak, şehir, taş değildir. Ait olduğum şey kendi doğrunu lisanı münasiple ifade etmektir. Barışçıl bir biçimde ısrarla ayağa takılan bir taş olmayı tercih ettim hayatım boyunca. Küçük ya da büyük ama ayağınıza batarım. Batıcı birisiyim.
Her şeyi taammüden yaparım
Zamanı döngüsel mi yoksa çizgisel mi kullanırsınız?
Çok gençken bile 5 yıllık planlarla hayatımı kurdum. Yani seneye şu olmalı, üç sene sonra bu olmalı diye planlarım. Çalışarak ve çaba sarf ederek ilerledim. Arkamdan itilerek veya kaldıraçla, asansörle değil. Bu da planlı olmayı gerektirir. Her şeyi taammüden yaparım. Yanlışlıkla hiçbir şey yapmam, suç işlediysem bilerek işlemişimdir. Bir şeye itiraz ettiysem yanlış anladığım için değil üstünde düşünerek itiraz etmişimdir. Kabul ettiysem, benimsediysem benimsemişimdir. ‘Düşüncelerinden vazgeçer misin’ dersen tabi ki vazgeçerim insan neyse ki değişen bir mahluk. Değişmediğini düşünsene, bu rezillikle kalırız böylece. Değişmeye direnmem. Çok meraklıyımdır. Okurum. Bir şeyle ilgileniyorsam şöylece bir fikir sahibi olmak için değil olabildiğince bilgi sahibi olmak için ilgilenirim. 10 senedir mimari ile ilgileniyorum. Üniversiteye gitseydim o kitapların bir kısmını okumamış olacaktım. Çünkü o kitaplar üniversitede okutulmuyor. Ne yapacaksın ev mi dersen? Evet bir gün kendi evimi yapacağım. Kendi evimi yapacak kadar mimar, kendi psikolojimi düzenleyecek kadar psikolojiden haberdar olmaya özen gösteririm.