1968 yılından başlayarak bütün dünyada gençler sömürgeci kapitalist sistemin baskılarına karşı insanlığın yüce değerlerini savunmak adına ayağa kalktılar. Bütün dünyaya dalga dalga yayılan bu direniş Türkiye’de de yansımasını buldu. Bu toprakların onurlu gençleri yaşanan haksızlıklara karşı hakkı savunmak üzere yola çıktılar. Sistemin bütün baskı ve saldırılarına direnerek, egemenlerin her istediklerini yapamayacaklarını ve yapılan haksızlıklara karşı direnmenin meşruiyetini ortaya koydular.
Sistemin her şeye hakim olduğunu düşündüğü bir ortamda, bunun böyle olmadığını ve halkların mücadelesinin sistemi sarsacağını ispatladılar. Bu mücadele ve çıkış üzerine şaşkına dönen egemenler, bildikleri tek dil olan baskı ve şiddeti pervasızca uyguladılar. Kendi yaptıkları yasaları dahi ayaklar altına aldılar. Sisteme karşı çıkan herkesi yok etmek için her türlü hukuksuzluğu uygulamaktan geri durmadılar. Bir gün olsun bu taleplerin haklı olabileceğini ve bu talepleri ortaya koyanlarla oturup konuşmayı düşünmediler. Çünkü eğer bir hak verilecekse kendileri vermeliydi. En iyisini en doğrusunu kendileri bilirdi. Hiç kimsenin egemenden bir talebi olamazdı. Halkın yapması gereken egemenlerin kurduğu sisteme hizmet etmekti. Bu egemen mantık halklara yaşamı zindan eden dünyayı bir silah deposu haline getirip kana boğan bir yaklaşım olarak halen baskılarını sürdürmektedir.
İnsanlığın en yüce değerlerini savunmak adına yola çıkanların egemenlerce baskı altına alınması ve verilen cezalarla yıldırılmaya çalışılması insanlık tarihinin en büyük acılarındandır. Her şeyden önemlisi ölüm cezası yaşam hakkını ortadan kaldıran bir devlet şiddeti, bir başka deyimle devlet eliyle taammüden işlenmiş bir cinayettir. Yaşam hakkı, korunması gereken en öncelikli haktır. Bizzat devletler tarafından bir ceza olarak yaşam hakkının ortadan kaldırılması, geri dönüşü olmayan ve giderilmesi olanaksız zararlara yol açarak insanlık değerlerinin yok sayılmasına neden olur, dolayısıyla insan hakları savunucuları tarafından asla kabul edilemez.
Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komitesi de bunu açıkça ifade etmektedir: “Yaşam hakkı, bütün hakların en üstünde yer almaktadır ve ulusun güvenliğini tehdit eden olağanüstü bir durumda dahi bu hakka çekince konmasına izin verilmez. Kişiler, yaşam hakkından keyfi biçimde alıkonulamaz. Bu nedenle de taraf devletler, sadece keyfi ihlalleri önleme değil aynı zamanda bu fiilleri suç sayma ile yükümlü oldukları gibi kendi güvenlik kuvvetlerinden gelecek ihlalleri de önlemekle yükümlüdürler. Devlet tarafından gerçekleştirilen yaşam hakkı ihlalleri en ağır ihlallerdir. Kaldı ki, uzun mücadelelerden sonra Türkiye ölüm cezasını başta Anayasasının 38. Maddesi olmak üzere mevzuatından tümüyle çıkarmıştır.
İnsan haklarının en önemli ilkelerinden biri yaşam hakkıdır. Sistemin devamı uğruna bu hakkın ortadan kaldırılması kabul edilemez. En temel haklardan olan düşünce özgürlüğünü yaşam hakkının sona erdirilmesine gerekçe yapmak insanlık suçudur. Farklı düşüneni düşman gören bir anlayış istediği kadar güçlü olsun yenilecektir. İnsanlığın binlerce yıldan bu yana damıtarak getirdiği bu değerler, dikta heveslilerine devredilemeyecek kadar yaşamsaldır.Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idam edilmelerinin üzerinden 50 yıl geçmiş olmasına rağmen unutmadık. Her 6 Mayıs’ta onları anarak insanlığın yüce değerlerine bağlılığımızı bir kez daha ilan edeceğiz.