İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin geçen haftaki grup toplantısında söylediği sözlere tepki gösterdi.
Akşener, “Bak Sayın Erdoğan; sen, bu ülkenin cumhurbaşkanı seçildiğinde bir yemin ettin… Üstelik bu yemini, büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusun ve şerefin üzerine ettin. Hani nerede senin yeminin? Hani nerede milletin huzuru ve refahı? Hani nerede hürriyet? Nerede insan hakları? Nerede adalet? Nerede Atatürk ilke ve inkılapları? Sen, yeminini bozdun Sayın Erdoğan. Üstelik ilk defa da değil, çok uzun zaman önce bozdun… Ama hiç merak etme; sana esas dersi, bu aziz millet sandıkta verecek. Edebi de ahlakı da saygıyı da sana sandıkta gösterecek. Sen, ‘milletin dili’ diye edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur. Hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek” dedi.
Meral Akşener, bugün partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yine “Bay Kriz” diyen Akşener, özetle şunları söyledi:
“ARTIK ZAMLA YATIYOR, ZAMLA KALKIYORUZ: Bay Kriz ve olağanüstü ekonomi yönetimi sayesinde artık her yeni güne yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz. Sabah ekmeğe zam, öğlen elektriğe zam, akşam doğal gaza zam. Gece yarısı benzine, mazota zam. Artık zamla yatıyor, zamla kalkıyoruz… 2 bin 500 lira reva görülen emeklilerimiz, halk ekmek kuyruklarında sıra bekliyor. Okula gidecek otobüs parası bulamayan gençlerimiz, umutsuzluk içerisinde gün geçiriyor. Akşam evde ne pişireceğini bilemeyen anneler, evine et, süt, yağ, un, hatta çocuğuna bez bile alamadığı için feryat ediyor. Milletimiz güvensizlik içinde yaşarken saray şürekasına göre her şey yolunda. Milletimiz yoksullukla boğuşurken 5 maaşlı, 10 maaşlı saray danışmanlarının keyifleri her zamanki gibi yerinde.
SİZ NESİNİZ O ZAMAN? BOSTAN KORKULUĞU MU: Ülkede enflasyon, makyajlı hâliyle bile yüzde 73,5 olarak açıklanırken beceriksizliğiyle göz kamaştıran Nebati Bakan çıkıp, ‘Biz, bir yol ayrımına gittik. Enflasyonla büyümeyi tercih ettik. Bu sistemden, dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyor’ diyor. Böyle bir rezalet olabilir mi? Böyle bir pişkinlik olabilir mi? Yokluğa, yoksulluğa mahkûm ettiğiniz insanlarımızla bir de utanmadan dalga mı geçiyorsunuz? ‘Dar gelirli hariç diğerlerinin işleri yolunda.’ Bu ne demek? Dar gelirli vatandaşlarımızı vatandaştan saymayan böyle bir umursamazlık olabilir mi? Siz nesiniz o zaman? Bostan korkuluğu mu? Bu sistem sizin tercihiniz değil mi? ‘Uçacak’ dediğiniz Türkiye böyle mi uçacak? Yazıklar olsun!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN BİR KURUMU DEĞİL DE ‘TAYYİP BEY’İ ÜZMEYEN İSTATİSTİK KURUMU’ OLDUĞUNU İTİRAF EDİYOR: Neymiş? ‘Enflasyon düşüş eğilimine girmiş.’ Üretim maliyetlerini yansıtan ÜFE, üç haneli sayılarda tırmanışa aynen devam ederken Nebati Bakan’ın bu sözlerine bakınca anlıyoruz ki TÜİK, sihirli değneğiyle tez zamanda bu arkadaşımızın yardımına koşacak. Nitekim bunun ilk işaretlerini görmeye başladık bile. İlk önce TÜFE ve ÜFE oranlarından sorumlu daire başkanını görevden aldılar, sonrasında 20 bölge müdürünü değiştirdiler. Şimdi de TÜİK, bu aydan itibaren domatesin, patatesin kilosunu ne kadardan hesapladığını, kira fiyatlarını ne kadardan hesapladığını yayınlamayacağını açıkladı. Nedenleri de neymiş biliyor musunuz? Avrupa Birliği’nden artık böyle bir talep gelmiyormuş. Şu işe bakar mısınız? TÜİK, yitip giden inandırıcılığını geri kazanmak adına vatandaşa daha şeffaf olmak yerine, tam tersine ‘AB’den artık böyle bir talep gelmiyor, ben de yayınlama ihtiyacı görmüyorum’ diyor. Yani kendisini, bu ülkenin vatandaşına karşı değil, sadece Sayın Erdoğan’a karşı sorumlu hissediyor. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu değil de ‘Tayyip Bey’i Üzmeyen İstatistik Kurumu’ olduğunu itiraf ediyor. Yani ülkemizdeki kurumsal devlet krizini bir kez daha gözler önüne seriyor.
AH İLE ABAT OLAN, DERT İLE BERBAT OLUR. BENDEN SÖYLEMESİ: Bu vesileyle bu rakamları belirleyen zevata bir çift sözüm var: Açıkladığınız rakamlar işçinin, memurun, emeklinin, maaş zammını belirliyor. Ay sonunu getiremeyen insanlarımızın vebali boynunuzda. Gelin, iki cihanınızı da karartmayın. Gelin, bu milletin ahını daha fazla almayın. Ya görevinizi hakkıyla yapın ya da millete karşı sorumluluğunuzun farkındalığıyla o görevlerden, devlet insanı vakarıyla, şerefinizle ayrılın. Sakın unutmayın: Ah ile abat olan, dert ile berbat olur. Benden söylemesi.
AKSİNİ YAPAMADIĞI HERKESE VE HER ŞEYE DE UYUZ OLUR: Geçtiğimiz mayıs ayı, devletimizin iki köklü kurumunun, Sayıştay’ın ve Danıştay’ın kuruluş yıl dönümleriydi. Biliyorsunuz ki her iki yargı kurumumuz da kadim devlet geleneğimizden damıttığımız köklü kurumlarımızdır. Tabii ki böyle olduğu için de Sayın Erdoğan’ın en sevmediği kurumlarımızdır. Çünkü biliyorsunuz ki kendisi, adeta devletimize, milletimize ve tarihimize ait ne varsa yıkmaktan, bozmaktan ve yozlaştırmaktan sorumlu. Aksini yapamadığı herkese ve her şeye de uyuz olur.
HAYIRDIR BAY KRİZ? NEDEN BU KADAR KORKTUN. SAYIŞTAY’IN RAPORLARI ZATEN YOLSUZLUK ANSİKLOPEDİSİ GİBİ: Nitekim iki kurumumuzun yıl dönümü törenlerinde yaptığı konuşmalarda, her zamanki gibi yine bu ülkenin Cumhurbaşkanı’nı değil de âdeta devlete karşı mücadele eden bir fanatiği gördük. Anayasal görevi kamu idarelerindeki mali faaliyetleri denetlemek olan Sayıştay’a, çıktı ve her zamanki yakışıksız tarzıyla ayar verdi. ‘Açık aramayın’ dedi. Yani ‘işinizi yapmayın’ dedi. Ben, şimdi doğal olarak kendisine sormak istiyorum: Hayırdır Bay Kriz? Neden bu kadar korktun? Neden bu kadar çekindin? Sayıştay’ın raporları zaten yolsuzluk ansiklopedisi gibi. Şimdi tehditle, baskıyla, zorbalıkla bunun önüne geçebileceğini mi zannediyorsun? Hiç boşuna uğraşma, hiç kendini yorma. Çünkü devlet unutmaz. Haksızlık, hukuksuzluk kimsenin yanına kalmaz. O raporlar elbet bir gün, döner dolaşır ilgililerin yakasına yapışır.
SAKIN AKLINDAN ÇIKARMA; NE YAPARSAN YAP, TÜRKİYE’YE DİZ ÇÖKTÜREMEYECEKSİN: Aynı şekilde Danıştay’a da hem sopa gösterdi hem de hukuk dersi verdi. Neymiş? ‘Vesayete koltuk değnekliği yapan gizli, açık örgütlerin arka bahçesi hâline dönüşen, menfaat hesaplarının aleti olan bir yargı, millet adına karar veremezmiş.’ Peki Danıştay’ın görevi ne? Yürütme organına yardımcı olan bir inceleme, karar ve danışma organı olmasının yanı sıra millet adına yargı yolu ile denetim yapmak. Hayırdır Sayın Erdoğan? İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilemeyeceğini duymak çok mu zoruna gitti? Cübbesine düğme dikemediğin erdemli ve ahlaklı savcıların olmasına çok mu bozuldun? Yargıyı tamamen vesayetin altına alamadığın için çok mu darıldın? Bak Sayın Erdoğan, bu devlet kimsenin babasının çiftliği değil. Bu kurumlar kimsenin şahsi şirketi değil. Bu kurumlarda çalışan hiç kimse de emir erin değil. Bir an önce kendine gel. Sakın aklından çıkarma; ne yaparsan yap, Türkiye’ye diz çöktüremeyeceksin. İlk seçimde yetkiyi alıp, Türkiye’yi içine soktuğun bu kurumsuzlaşma çukurundan evelallah çekip biz çıkaracağız. Sen de oturup, muhalefet sıralarından, memleket nasıl yönetilirmiş kıskançlıkla izleyeceksin. Şimdiden alışsan iyi edersin.
TALANA YOL VERENDEN DE ALTINA İMZA ATANDAN DA ÇANTA TAŞIYANDAN DA HESAP SORACAĞIZ: Marmaris Millî Parkı içerisinde bulunan Kızılbük Koyu’nda büyük bir talan, bir doğa katliamı yapılıyor. Rantiyeler yine iş başında. Yine bir otel, yine bir inşaat projesi uğruna ormanlarımız, nefesimiz, canımız kesiliyor. Buradan, kağıt üzerinde Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı olarak geçen, gerçekte ise çevremizin, şehirlerimizin ve iklimimizin tarumarına sessiz kalıp yol veren Murat Kurum’a ve Muğla Valiliği’ne sormak istiyorum: ‘ÇED raporu gerekli değildir’ kararını hangi çıkara, hangi çıkar sahibine, hangi amaca, hangi çıkar sahibinin amacına ve hangi beklentiye göre verdiniz? Eğer Muğla’mızı sahipsiz, millî parklarımızı da kimsesiz zannediyorsanız çok yanılıyorsunuz. ‘Millete inat, patrona itaat’ anlayışınızla devrinizin daim olacağını sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Adı ‘yap-işlet-devret’, özü, ‘yak-yağmalama-yok et’ projeleriniz yanınıza kalır diye düşünüyorsanız çok yanılıyorsunuz. Çünkü artık İYİ Parti var. Milletimizin çalınan ve yağmalanan her bir karış toprağının, kopartılan her bir çiçeğinin, ağacının hesabını soracağız. Talana yol verenden de altına imza atandan da çanta taşıyandan da hesap soracağız.
YARGIYLA SORACAĞIZ, DANIŞTAY’LA SORACAĞIZ, SAYIŞTAY’LA SORACAĞIZ: İhaleyi alandan da şantiye kurandan da ranttan beslenip semirenden de hesap soracağız. Şimdiden tüm ilgilileri uyarıyorum. Herkes ayağını denk alsın. Bunun şakası yok. O sandık, elbet milletimizin önüne gelecek. Biz de milletimizden yetkiyi alınca, göz göre göre bu ihanete paydaş olanlardan milletimiz adına hesap soracağız. Yargıyla soracağız, Danıştay’la soracağız, Sayıştay’la soracağız. Ve ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacağız.
SAYIN ERDOĞAN VE ARKADAŞLARI SAYESİNDE ARTIK HER YENİ GÜNE ‘BUGÜN ACABA NE OLDUK’ DİYE UYANIYORUZ: İktidar mensupları, sebep oldukları krizler derinleştikçe, beceriksizlikleri gün gibi meydana döküldükçe, söyleyecek yalanları, anlatacak masalları, üretecek bahaneleri kalmadıkça artık pis dillerini, öfkelerini, nefretlerini açık etmekten çekinmiyorlar. Millete hesap vereceğine milletten hesap soran, vatandaşının taleplerini dinleyeceğine kendi taleplerini vatandaşa dayatan, insanının hakkını koruyacağına hak yiyeni savunan kirli bir zihniyetle karşı karşıyayız. Sayın Erdoğan ve arkadaşları sayesinde artık her yeni güne, ‘bugün acaba ne olduk’ diye uyanıyoruz. ‘Bugün acaba hangi hakarete maruz kaldık’ diyoruz. ’Bugün acaba hangi konuda suçlandık’ diye merak ediyoruz. Çünkü Sayın Erdoğan, milletimize yönelttiği hakaretler yelpazesini her geçen gün daha da çirkinleştirerek genişletmeye devam ediyor.
BU HAKARETİ, DENİZE DÖKÜLÜŞÜNÜ UNUTAMAYAN BİR YUNANLI ETMEDİ: Tarihinin her döneminde ‘aziz’ olan büyük Türk Milleti, AK Parti iktidarı nezdinde bir gün ‘hain’ oluyor, bir gün ‘terörist’ oluyor, bir gün ‘nankör’ oluyor, bir gün ‘şükürsüz’ oluyor, bir gün ‘vicdansız’ oluyor. Nitekim geçtiğimiz hafta da hiç utanmadan, sıkılmadan, zerre duraksamadan bu aziz millete ‘çürük ve sürtük’ dendi. Bu hakareti, denize dökülüşünü unutamayan bir Yunanlı etmedi. Bu hakareti, geçmiş yenilgisinin karın ağrısını taşıyan bir İngiliz de etmedi. Bu hakareti, travmalarını atlatamayan bir Fransız da etmedi. Bu hakareti, bu ülkenin Cumhurbaşkanı etti, Cumhurbaşkanı. Yazıklar olsun!
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ŞAN VE ŞEREFİNİ KORUMAK, YÜCELTMEK VE ÜZERİNE ALDIĞIN GÖREVİ TARAFSIZLIKLA YERİNE GETİRECEĞİNE YEMİN ETTİN: Bak Sayın Erdoğan; sen, bu ülkenin cumhurbaşkanı seçildiğinde bir yemin ettin. Neydi o yemin, hatırlıyor musun? Ben sana hatırlatayım. Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına yemin ettin. Anayasa’ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına yemin ettin. Milletin huzurunu ve refahını koruyacağına, millî dayanışma ve adalet duygusu içerisinde, herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden, yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına yemin ettin. ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerine aldığın görevi tarafsızlıkla yerine getireceğine yemin ettin. Üstelik bu yemini, büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusun ve şerefin üzerine ettin. Hani nerede senin yeminin? Hani nerede milletin huzuru ve refahı? Hani nerede hürriyet? Nerede insan hakları? Nerede adalet? Nerede Atatürk ilke ve inkılapları? Sen, yeminini bozdun Sayın Erdoğan. Üstelik ilk defa da değil, çok uzun zaman önce bozdun. Kibrinin esiri olup, hakikate kör olurken bozdun. İktidar sarhoşu olup, Millî iradenin tecelligahı olan Gazi Meclis’imizi vesayetin altına alırken bozdun. Kişisel hırslarına yenilip, milletin Hazine’sini yandaşlarına peşkeş çekerken bozdun. Şimdi de senin istediğin gibi davranmıyor, yaşamıyor, konuşmuyor diye; demokrasiyi, adaleti, özgürlüğü savunuyor diye; seni beğenmiyor, istemiyor, oy vermeyi de düşünmüyor diye milletimize hakaret ederek bozdun.
SEN, BU HAKARETİ SADECE ‘GEZİCİ’ DİYE YAFTALADIKLARINA ETTİĞİNİ ZANNETMEYE DEVAM ET: Sen, kendi egonu, ‘Hak ettikleri teşhisi koydum’ diye şişirmeye devam et. Sen, kendi vicdanını, ‘Milletimizin diliyle konuştum’ diye rahatlatmaya devam et. Sen, bu hakareti, sadece ‘gezici’ diye yaftaladıklarına ettiğini zannetmeye devam et. Ama ben, seni acı gerçekle yüzleştireceğim. Burdur’da tülbentli, yazmalı, oruç ağzıyla haykıran bir çiftçi kardeşim diyor ki ‘Ben, 14 yaşında evlendim. Kocamdan başka bir erkek görmedim’. ‘Sürtük’ sözünün karşılığını söylüyor. ‘Allah’tan başka kimseye biat etmedim. Boynumu kimsenin önünde eğmedim. Ben sürtük değilim. Bize sürtük diyemez, biz halkız, biz kadınız’ diyor.
GEZİ, HERKESİN İSTİBDAT REJİMİNE KARŞI SERGİLEDİĞİ BİR RUH, BİR DURUŞ, BİR DİRENİŞTİR: Ne oldu Sayın Erdoğan? Sadece şehirli kadınlar kızdı zannettin değil mi? Sadece oyuna talip olmadıkların öfkelendi sandın değil mi? Sadece ‘karşı mahalle’ diye bildiklerine hakaret ettin diye düşündün değil mi? Ama yanıldın, hem de çok büyük yanıldın. Ben, o gün de söylemiştim, bugün de tekrar ediyorum. Gezi, başlangıcından, bizzat senin elinle rayından çıkartılmasına kadar geçen süreçte, sağcısından solcusuna, muhafazakarından sekülerine, kadınından erkeğine, yaşlısından gencine herkesin istibdat rejimine karşı sergilediği bir ruh, bir duruş, bir direniştir.
HAKARET ETTİĞİN BU AZİZ MİLLET, SANA EN OKKALI TOKADINI SANDIKTA GÖSTERECEK: Bu işi tetikleyen ise bizzat ‘iki ayyaş’ söylemidir. O gençler, ‘yeter artık’ dediler. Sen, bunu görmedikçe; oraya katılan kadınlara ve erkeklere, katılmayıp destekleyen kadınlara ve erkeklere bu hakaretleri ettikçe çok daha derine batıyorsun Sayın Erdoğan. Sen, Cumhurbaşkanı olarak bütün milletinin hakkını, hukukunu, namusunu, şerefini koruyacağına da namusun ve şerefin üzerine yemin ettin. İstesen de istemesen de bu gerçeği değiştiremezsin. Ne yaparsan yap, bu ruhu yenemezsin. Ne kadar sayıp sövsen de işte en sonunda böyle mağlup olursun. Ama hiç merak etme; sana esas dersi, bu aziz millet sandıkta verecek. Edebi de ahlakı da saygıyı da sana sandıkta gösterecek. Sen, ‘milletin dili’ diye edepsizliği haklı çıkarmaya çalışadur. Hakaret ettiğin bu aziz millet, sana en okkalı tokadını sandıkta gösterecek.
SÖZÜNDEN DÖNENDEN, YEMİNİNİ BOZANDAN, EMANETE HIYANET EDENDEN CUMHURBAŞKANI HİÇ OLMAZ: Çünkü birleştireceğine nefret saçandan cumhurbaşkanı olmaz. Çünkü milletin namusunu koruyacağına namusa dil uzatandan cumhurbaşkanı olmaz. Çünkü devletin varlığına sahip çıkacağına kendini devlet yerine koyandan cumhurbaşkanı olmaz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin şanını ve şerefini yücelteceğine ayaklar altına aldırandan cumhurbaşkanı olmaz. Çünkü vatanın bölünmez bütünlüğünü savunacağına vatan toprağını bir türlü sahiplenemeyenden, kupon arazi olarak görenden cumhurbaşkanı olmaz. Çünkü hukukun üstünlüğüne, adalete, Anayasa’ya bağlı kalacağına yandaşa, saraya, koltuğa bağımlı kalandan cumhurbaşkanı olmaz. Ez cümle; sözünden dönenden, yeminini bozandan, emanete hıyanet edenden cumhurbaşkanı hiç olmaz.
SANDIK GELDİĞİNDE, MİLLETİMİZİN KUTLU İRADESİ SENİ O SANDIĞA GÖMECEK: Aziz Türk Milleti, artık senin gerçek yüzünü gördü Sayın Erdoğan. Geri sayım başladı, bunun artık dönüşü yok. Sandık geldiğinde, milletimizin kutlu iradesi seni o sandığa gömecek. Emin ol, çok az kaldı.
KÖY OKULLARININ KAPATILMASINA TEPKİ: AK Parti iktidarının 2013-2020 yılları arasında köy okullarını kapatıp hiçbir denetimi olmayan, karda kışta gidilemeyen ya da 40-50 kilometre yol gidilen taşımalı sistem için harcadığı para, eldeki verilere göre 20 milyar lirayı aşmış durumda. Artan mazot fiyatları ve gıda enflasyonunu da dikkate alırsak bugün bu mali yükün çok daha fazla olduğu apaçık ortada. Oysa bu 20 milyar lira ile ortalama maliyeti 1 milyon liradan, kapatılan 20 bin köy okulu fiziki olarak güçlendirilebilir ve teknolojik imkânlarla donatılabilirdi. Ama bunu düşünmek için vizyon lazım. Bunu bilmek için akıl lazım, sağduyu lazım, donanım lazım. Bunu yapmak için bu memleketi ve bu milleti karşılıksız sevmek lazım. Ve işte AK Parti iktidarı da tam olarak bu konulardaki yoksunluğu sebebiyle kılını bile kıpırdatmadı. Ama İYİ Parti olarak bizde bu vizyon var.
İKTİDARA GELDİĞİMİZDE EN AZ 50 BİN ATANAMAYAN ÖĞRETMENİMİZİN ATAMASINI YAPACAĞIZ: İYİ Parti olarak bizde, ortak akıl, istişare ve sağduyu kültürü var. Bizde, o donanımlı kadrolar ve memleketini çok seven insanlar var. İşte bu yüzden, İYİ Parti olarak, Allah’ın izni, milletimizin takdiriyle iktidara geldiğimizde, ilk iş olarak taşımalı eğitim için harcanan parayla terk edilen köy okullarını yeniden tamir edeceğiz. Dahası, yeni açacağımız köy okullarında bir yıl zorunlu anaokulu eğitimi de olacağı için en az 50 bin atanamayan öğretmenimizin atamasını yapacağız.
KÖYLERİMİZDE YENİDEN İSTİKLAL MARŞI’MIZ OKUNACAK: Köy okullarını açtığımızda, kız çocuklarımız okullarına devam edecek, erken yaşta evlendirilmeyecek. Kızıyla erkeğiyle pırıl pırıl çocuklarımız, meslek sahibi olacak. Doktor olmanın, öğretmen olmanın, mühendis olmanın hayaline ulaşacak. Köy okullarını açtığımızda, unutturulmak istenen değerlerimize yeniden sahip çıkacağız. Köylerimizde yeniden İstiklal Marşı’mız okunacak. Andımız’ın gür sesi yeniden duyulacak. Millî bayramlarımız yeniden coşkuyla kutlanacak. Hiç merak etmeyin, çok az kaldı.
BU ÜLKENİN EVLATLARININ BİRBİRİNE DÜŞÜRÜLDÜĞÜ GÜNLER ARTIK BİTTİ: Milletimizin sinir uçlarıyla oynayarak komşuyu komşuya küstürerek, insanlarımızı kutuplaştırıp birbirinin karşısına dikerek, üstüne bir de elini yıkayıp çıkarak seçim kazanma devri artık sona erdi. Bu ülkenin evlatlarının birbirine düşürüldüğü günler artık bitti. Kavgadan siyasi rant devşirildiği zamanlar artık tarihe karıştı. Çünkü artık İYİ Parti var. Hangi partiye oy verirse versin, hangi görüşte olursa olsun her seçmeni bağrına basan İYİ Parti ve kadroları var. Kim olduğuna bakmadan herkese kucak açan İYİ Parti var. Toplumumuza saçılan zehrin panzehri, tüm yaraların merhemi olmaya talip İYİ Parti var. Milletimize reva görülen bu istibdadın karşısında hürriyetin sancağını taşıyan İYİ Parti var.
AMPULÜN SOĞUK IŞIĞI TİTREŞİRKEN BİZ, GÜNEŞ GİBİ TÜRKİYE’NİN ÜSTÜNE DOĞUYORUZ: İYİ Parti’de nefret yok, sevgi var. İYİ Parti’de öfke yok, saygı var. İYİ Parti’de düşmanlık yok, kardeşlik var. İYİ Parti’de tüm farklılıkları zenginlik sayan Mevlana’nın daveti var. Göreceksiniz, sevgi kazanacak. Göreceksiniz, özgürlük kazanacak. Göreceksiniz, adalet kazanacak. Göreceksiniz, o sandık geldiğinde, mutlaka iyiler kazanacak. Çünkü onlar milletimize hakaret ede ede giderken biz, milletimizle el ele, kol kola iktidara yürüyoruz. Onlar kirli zihniyetlerinin çamurunda yuvarlanırken biz, bembeyaz, tertemiz bir sayfa açmaya geliyoruz. Ampulün soğuk ışığı titreşirken biz, güneş gibi Türkiye’nin üstüne doğuyoruz. Hiç merak etmeyin, hazır olun. İYİ Parti iktidarına çok az kaldı. O sandık gelecek ve milletimize reva gördükleri bu çile bitecek.”
TEMUR: BU ÜLKENİN NAMUSLU VATANDAŞLARINA, YURTTAŞLARINA, HALKINA ‘SÜRTÜK’ DENİLMESİ KABUL EDİLEBİLİR BİR ŞEY DEĞİLDİR
Akşener, konuşmasının bir bölümünde kürsüyü, “‘Seçilmiş Cumhurbaşkanı’yım’ diye böbürlene böbürlene gezen, ama Cumhurbaşkanı gibi davranmayı bir türlü beceremeyen Sayın Erdoğan’ın ‘sürtük’ diyerek hakaret ettiği milletimizin bir ferdi, bir kadın” sözleriyle Yelda Temur’a bıraktı. Temur, şunları söyledi:
“Bizler öyle bir ecdadın torunlarıyız ki Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de, Sakarya’da verdiğimiz şehitlerin anasıyız bizler. O şehitlere kar kış demeden mermi taşıyan analarız biz. 40 yıl devam eden PKK terörüne verdiğimiz şehitlerimizin de anasıyız biz. Onların babasız kalan çocuklarının da anasıyız. Biz bu mücadeleyi verirken bize ‘sürtük’ denmedi. Dememeli, diyemez. Biz, çocukluğumuzdan beri devleti ana-bana bildik. Devlet denildiği zaman; herkesi kucaklayan, herkesin yardımına koşan, herkese eşit gözden bakan anne-baba bildik devleti. Bu yüzden devletin başındaki kişi, yani Cumhurbaşkanımız da bizim için hangi görüşten olursa olsun herkesin cumhurbaşkanı olmalıydı. Biz Cumhurbaşkanlığı makamına bu gözle bakarken kimse bize hakaret etmedi, edemedi, edemez de.
Özgürlük, eşitlik, hak ve hukuku sonuna kadar kullanmak isteyen bir anneyim. Çağdaş medeniyetler seviyesine yürümeye çalıştığımız bu zorlu yolda, gece iş seyahatinden ki benim çok yaşadığım bir şey, vardiyadan dönen kadınlarımıza, annelerimize ‘o saatte dışarıda ne işin vardı’ denmeyen bir ülke istiyorum. Kadın cinayetlerinin olmadığı, cinsiyetçi ayrımcılığın yapılmadığı, çocuk tacizlerinin olmadığı bir ülke istiyorum. Çok mu istiyorum? Bu ülkenin fedakar, cefakar kadınlarının sesini, tepkilerini özgürce duyurabileceği, bunların suç sayılmadığı, bunları yapınca da sürtük sayılmadığı… Çünkü böyle denildiği zaman benim canım acıyor, bütün kadınlarında canının acıması gerekiyor. Bu ülkenin namuslu vatandaşlarına, yurttaşlarına, halkına ‘sürtük’ denilmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Demokrasi böyle bir şey değildir. Bu hakarete bu ülkede hiçbir Türk kadını layık değildir.”
9489,83%1,30
34,54% 0,20
36,07% -0,43
2990,02% 0,96
5006,57% 1,04