Tarih: 15.06.2022 14:17

AKŞENER: SAYIN ERDOĞAN’IN VİCDANI KAPSAMA ALANI DIŞINDA VE KENDİSİNE ULAŞILAMIYOR

Facebook Twitter Linked-in

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Akdeniz Üniversitesi’ndeki öğrenci intiharlarına dikkat çekerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, “Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim, bu ülkenin lügatından kadın ve genç ölümlerinin, çocuk ölümlerini silelim dedim. Belli ki Sayın Erdoğan’ın vicdanı kapsama alanı dışında ve kendisine ulaşılamıyor. Bu konuda tek bir somut adım atmadı ve atmıyor” dedi. Akşener, yurttaşların yaşadığı yoksulluğa kayıtsız kalmakla suçladığı Erdoğan’a, “Seçim günü geldiğinde o mahalleleri hatırlayacaksın, oylar sayılırken o evleri hatırlayacaksın, sandıkta tokadı yediğinde o evleri hatırlayacaksın, İYİ Parti yetkiyi aldığında o kadınları, çocukları yeniden hatırlayacaksın” diye seslendi.

Meral Akşener, bugün partisinin TBMM grup toplantısında konuştu. Akşener, şunları söyledi:

“YİNE EVLATLARIMIZ TOPRAĞA DÜŞÜYOR, YİNE CANIMIZ YANIYOR: Yine gencecik fidanlarımızı uğurluyoruz. Yine evlatlarımız toprağa düşüyor, yine canımız yanıyor, yüreğimiz acıyor. Piyade Komando Sözleşmeli Er Fuat Özer, İstihkam Uzman Çavuş Gökhan Demir, Piyade Uzman Çavuş Ömer Yıldırım, Piyade Uzman Onbaşı Mehmet Ali Çap, Piyade Uzman Çavuş Ramazan Gök, Pençe-Kilit Operasyonu’nda vatanımızı terör örgütüne karşı korurken şehit düştüler. Başımız sağ olsun, her bir evladımızın mekanı cennet olsun.

DENGESİNİ BOZDUĞUMUZ DOĞAMIZIN BİZE BİR MESAJI VAR: Geçtiğimiz hafta, ülkemizin çeşitli bölgelerinde sel felaketleri meydana geldi. Zarar gören vatandaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Ankara’da yaşanan sel felaketinde hayatlarını kaybeden İlkay Yiğit, Muhammed Şahin, Mustafa Demirel ve Ramazan Gök’e yüce Allah’tan rahmet, alilerine ve sevdiklerine sabırlar diliyorum. Ülkemizde yaşanan doğal afetlerin giderek artmasının bir sebebi var. Dengesini bozduğumuz doğamızın bize bir mesajı var. Yaşadığımız bu felaketlerle bize fark ettirilmek istenen bir gerçek var. İki gün sonra, yani 17 Haziran günü Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü. İklim krizi, tüm dünyayı ama özellikle de konumu nedeniyle de ülkemizi derinden etkileyen acil sorunlarımızdan biri. Ülkemizin içinde bulunduğu Akdeniz havzası, insan eliyle meydana gelen iklim değişikliğinin etkileri nedeniyle gittikçe daha da kuru bir bölge haline geliyor. Türkiye, maalesef su sıkıntısı çeken bir ülke. Kuraklık, arazi bozulması ve çölleşmeye karşı son derece kırılganız. Yapılan değerlendirmelere göre topraklarımızın yaklaşık yüzde 60’ı çölleşmeye eğilimli.

Isınma nedeniyle göller ve akarsular gibi su kaynaklarımızdaki kayıpların derin bir su krizine yol açması riskiyle de karşı karşıyayız. Bu risk, artan maliyetlerden dolayı toprağını boş bırakmak zorunda kalan, suya erişemeyen ya da erişse bile çok yüksek fiyatlarla erişen çiftçilerimiz için çok daha hayati. Biz, İYİ Parti olarak ne ülkemizin ne de milletimizin yeni bir krizi daha kaldıramayacağının farkındayız. İşte o nedenle buradan iktidar mensuplarına açık bir çağırıda bulunmak istiyorum. İklim krizi meselesi, iktidar-muhalefet meselesi değildir. Bu mesele, el ele, kol kola hep beraber Türkiye’nin geleceğini kurtarma meselesidir. Bu mesele, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir Türkiye bırakma meselesidir.

Biz, ülkemiz için hayati öneme sahip iklim kriziyle ilgili atacağınız her türlü olumlu adımın yanında olacağız, ey bizi yönetenler. Ama o adımı atmak, iktidar olarak sizin görev ve sorumluluğunuzda. Gelin, iktidarınız döneminde bir ilke vesile olun. Bu sefer bari bir krizin sebebi değil önleyicisi olun. Gelin, bir kez olsun cennet doğamızı katleden değil koruyan tarafta olun. Bu hayati yol ayrımında millet ve memleketimiz için üzerinize düşeni yapın.

KYK YURTLARININ DA BAŞIBOŞ YÖNETİMLERİN ELİNE BIRAKILMASINA GÖZ YUMAMAYIZ: Biliyorsunuz, Antalya’da Akdeniz Üniversitesi’nin içinde, Elmalılı Hamdi Yazır KYK yurtlarında yaklaşık bir aydır üst üste intihar vakaları yaşanıyor. Üç evladımızın KYK yurtlarında, bir evladımızın da öğrenci evinde intihar etmesi hepimizi derinden etkiledi. Öncelikle evlatlarımıza yüce Allah’tan rahmet ve kederli ailelerine de başsağlığı diliyorum. Ülkemizdeki ağır ekonomik koşullar nedeniyle yorulan ve yıpranan gençlerimizin barınma imkanını bile zor buldukları yurtlarda neler yaşadıklarını bilmek zorundayız. Eğer ortada gençlerimizin hayatını baskılayan, özgürlüklerini kısıtlayan, düşük kalitede ve sağlıksız beslenme koşullarını dayatan şartlar varsa bunu öğrenmek zorundayız. Öğrencilerimizin yaşadığı barınma sorunu onları dernek ve vakıflara ait özel yurtlara mecbur bırakırken, Enes’in acısı hala yüreğimizdeyken KYK yurtlarının da başıboş yönetimlerin eline bırakılmasına göz yumamayız. Elmalılı Hamdi Yazır yurtlarında yaşanan olayların araştırılması ve soruşturulması, gerçeklerin bir an önce gün yüzüne çıkarılması için konunun takipçisi olacağız. Gençlerimizi yaşamaktan vazgeçiren sebeplerin peşini bırakmayacağız.

BELLİ Kİ SAYIN ERDOĞAN’IN VİCDANI KAPSAMA ALANI DIŞINDA VE KENDİSİNE ULAŞILAMIYOR: Hatırlarsanız ben, bu kürsüden defalarca Sayın Erdoğan’ın vicdanına seslendim. ‘Her hafta çocuklarımız ölüyor, her hafta gençlerimiz, kadınlarımız ölüyor. Gel, iktidar ve muhalefet el ele verelim bu ülkenin lügatından kadın ve genç ölümlerini, çocuk ölümlerini silelim’ dedim. Belli ki Sayın Erdoğan’ın vicdanı kapsama alanı dışında ve kendisine ulaşılamıyor. Bu konuda tek bir somut adım atmadı ve atmıyor. Kürsü şovları peşinde koşup hala üç maymunu oynuyor. Geçtiğimiz günlerde Vanlı bir gencimiz, KYK yurtlarının yetersizliği ile ilgili Bay Kriz’e bir soru sordu. Ne cevap verdi, hatırlıyorsunuz. ‘KYK yurtları boş, biz yurtlara öğrenci arıyoruz’ dedi. Yanlış duymadınız, yurtlar boş duruyormuş, kalacak öğrenci arıyorlarmış. Şu vurdum duymazlığa bakar mısınız?

BÜYÜK BİR BECERİKSİZLİĞİN CEFASINI ÇEKİYORUZ: Açıklanan makro ekonomik verilerden daha korkunç bir şey daha var. O da devlet terbiyesinden, ciddiyetten, liyakatten nasibini almamış bir zihniyetin hala yönetimde olması. Bu liyakatsiz ekonomi yönetiminin elinde, Türk milleti olarak büyük bir imtihandan geçiyoruz. Her gün saçma sapan açıklamalar dinliyor, akıl dışı kararlar ile karşı karşıya kalıyor ve büyük bir beceriksizliğin cefasını çekiyoruz. Nitekim geçtiğimiz günlerde AK Partili bir vekil, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, ‘Şehir hastaneleri için ödenecek paranın bütçede bir yükü var. Ama devlet memurlarının da yükü var’ dedi. Nobellik bir söz. Bunu duyan bir başka vekil, geride kalır mı, altta kalmamak için ‘Akaryakıt pahalı ama sebebi biz değiliz. Dua edin bol akaryakıt çıksın’ dedi. Bir tek, televizyon şovlarında, parodi programlarında ‘fakirler’ diye parmağını sallar ya komedyenler, aynı şekilde bir tek onu demedi. ‘Fakirler, dua edin gaz çıksın, yakıt çıksın’. Şaşırdık mı? Şaşırmadık. Başını, ‘Enflasyon sorunu yok, hayat pahalılığı sorunu var’ gibi akıl dolu tespitlerle piyasalara güven veren Bay Kriz’in çektiği, kabinesinde ise dar gelirli vatandaşlarımızı düşünmediklerini ifade eden Nebati’nin olduğu olağanüstü yetkin bir siyasi kadronun milletvekillerinin de böyle konuşmaları şaşırtıcı değil.

Bu arkadaşlar, siyasi yolculuklarının son durağında. Artık dar gelirliyi ‘ikinci sınıf vatandaş’ ve memurları ‘bütçeye yük’ olarak görüyorlar. Milletimizi akaryakıt için duaya davet ediyorlar. Bizzat sebep oldukları ekonomik sıkıntılara çözüm olarak da milletimize şükretmeyi, sabretmeyi öneriyorlar. Nereden nereye değil mi? Zihniyet böyle olunca da çare olarak sundukları sözde kurtuluş reçeteleri sadece vatandaştan yandaşa servet aktarımına yol açıyor. Nitekim Nebati Bakan’ın ışıltılı zihninin son mucizesi de biliyorsunuz ‘gelire endeksli senet’ (GES) oldu. Bu öyle bir mucize ki gelire endeksli senet açıkladılar ama ortada gelir yok. Sonradan öğrendik ki Devlet Hava Meydanları İşletmeleri ile Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü’nün gelirlerini pazarlıyorlarmış. Daha vahim işler var Süleyman (Kürsüde konuşturduğu üniversite öğrencisi Süleyman Kızıltaş’ı kastediyor). Bu gelirler eskiden nereye gidiyordu, devletin Hazinesi’ne. Sana burs ve yurt olarak geliyordu. Yani millete. Şimdi nereye gidecek? Gelire endeksli senedi alan tasarruf sahibine. Yani parayı vatandaştan kes, tasarruf sahibi bir azınlığa aktar. Sonra da utanmadan, sıkılmadan milletimize çözüm diye pazarlamaya çalış. Nebati Bakan, bu kafa ile GES’ten sonra öz, hakiki kurtuluş reçetesi olarak milleti tamamen denklemden çıkarıp yandaş ekosisteminin tamamı faydalanabilsin diye beşli çetenin gelirine endeksli YES, yani ‘yandaş endeksli senet’ çıkarırsa şaşırmayın.

Gelire endeksli senetten öncesi sözüm ona kurtuluş reçetesi kur korumalı mevduat sisteminin ülkemize maliyeti 200 milyar lirayı bulacak. Bu para, bir çivi bile çakmadan Hazine’nin kasasından çıkacak. Yani milletimizin cebinden çıkacak. Oysa bu 200 milyar lira ile milletimize ve memleketimize çok daha faydalı işler yapılabilirdi. Bu 200 milyar lira gençlere ve öğrencilere harcanabilseydi, ücretsiz yemek verilebilseydi seni burada felsefe münazarasında uluslararası alanda bizi temsil edip madalya almış bir genç olarak çıkaracaktık. Ama sen, intihar eden arkadaşlarının acısını paylaşmak için buraya çıktın. Yuh olsun bize. Yuh olsun bunu başaranlara.

Mesela bu 200 milyar lira ile okullarda, sokaklarda, meydanlarda, her yerde şahit olduğumuz, hepimizin canını yakan çocuk yoksulluğu ve yoksunluğu bitirilebilirdi. Mesele Rüzgar Gülü projemiz ile devlet okullarındaki 11 milyon öğrencimize 10 yıl boyunca ücretsiz kahvaltı ve öğle yemeği verilebilirdi. Geçim sıkıntısından dolayı dertlenen, kira artışlarından dolayı ev, kontenjanlardan dolayı yurt bulamayan öğrencilerimizin barınma sorunu çözülebilirdi. Mesela yıllardır Hazine’de para yok diye görmezden gelinen EYT’li kardeşlerimizin hakları verilebilirdi. Mesela maliyetlerinin altında ezilen, faturalarını ödemekte zorlanan esnaflarımıza ve sanayicilerimize destek olunabilirdi. Ama tüm bunlar, esasında öncelik meselesi. Ne var ki artık AK Parti iktidarının hiçbir hareketi, programında öncelik milletimizin olmuyor.

“İSRAİL’DEN DEPORT EDİLEN VİLLA ALMIŞ”

Akşener, gezileri sırasında esnafın kendisine söylediklerini aktardı. Akşener, bir emlakçının “İçim kan ağlıyor. Ülkemizin namusunu satıyoruz” dediğini söyleyerek, “Bunu duyunca, hakikaten ‘bu da mı olacak’ demeye kadar gittik. ‘Geçen hafta İsrail’den sınır dışı edilmiş bir adama villa sattım’ dedi. İsrail deport etmiş adamı; O, gelmiş, villa almış. Şimdi 400 bin dolara çıktı ya villa almış. ‘Gitti vatandaşlık aldı’ dedi… Sadece 400 bin dolar karşılığı, sekiz kişilik ailesi, hepsi beraber vatandaş oldu, gitti. Çocuğun o kadar içi acımış ki ‘Biz ülkemizin namusunu satıyoruz’ diyor” diye konuştu.

Akşener, başka bir esnafın da “Çıksınlar dinlesinler derdimizi. 40 yıl öncesinin kuyruklarını dinlemek istemiyorum artık. Bugünün konuşulmasını istiyorum artık” dediğini aktardı. Akşener, genellikle müşterisi asgari ücretli olan bir esnafın da “Biz de göçüyoruz ama bu insanlar çok zor geçiniyor. Dolayısıyla asgari ücrete zam yapılması lazım” dediğini söyledi.

Akşener, esnafın kendi maliyetlerinin artacağını bilmesine karşın asgari ücrete zam istediğini belirterek, “İnsanların ne kadar zorda olduğunu görüyor. Çünkü asgari ücret zammının daha altıncı ayında eridiğini biliyor bu kardeşim. Çünkü enflasyon canavarı yüzünden insanlarımızın zamdan önceki günlerini aradığını biliyor. Bunu Ferizli’deki esnaf kardeşim görüyor, biliyor ama sarayda yan gelip yatanlar kılını bile kıpırdatmıyor. 5, 10, 11 maaş alan danışmanlar ordusunun maaşlarını ve gelirlerini düzenleme konusundaki hassasiyet tavanda, tepede. Haram olsun, zıkkım olsun” dedi. Akşener, asgari ücretlinin evine ekmek götüremediğini kaydederek sözlerini şöyle sürdürdü:

“GETİRİN SANDIĞI, MİLLETİMİZ KARAR VERSİN”

“Bir an önce asgari ücreti güncelleyin. Ayrıca bizim söyleye söyleye nihayetinde 2 bin 500 liraya çıkardığınız en düşük emekli maaşını da asgari ücret seviyesine çıkarın. Milletimizi, ayın ortasına bile gelmeden eriyen maaşlar ile açlık, yokluk ve çaresizliğe mahkum edemezsiniz. Yandaşınız üç kuruş zarar etti diye dünyaları yerinden oynatırken milletimizi geçim sıkıntısı, borçlarla bir başına bırakamazsınız. Kendi eşinizi, dostunuzu, akrabanızı ihya ederken bu milletin evlatlarını görmeden gelemezsiniz. Artık kabul edin kardeşim. Sizin bu aziz millete verecek hiçbir şeyiniz kalmadı. Bu saatten sonra yapılacak belli. Getirin sadığı, milletimiz kararını versin.”

“YATIRIM MATIRIM YOK”

Akşener, Sakarya ziyareti sırasında gittiğini hatırlatarak, Tank-Palet Fabrikası’na ilişkin de tespitlerini de şöyle aktardı:

Milyarlarca dolarlık yatırım’ dedikleri fabrikaya gittik. Neler oluyor biliyor musunuz? Yatırım matırım yok. Fabrika sökülüyor. O şaşalı törenlerin yapıldığı, ‘Dev yatırım’ dedikleri fabrika yerinden sökülüyor. İşte size Bay Kriz’in mangalda kül bırakmadığı yerli ve milli yatırım anlayışı.

Sayın Erdoğan, yerli ve milli olmak lafla olmaz. Yerli ve milli olmanın şartları vardır. Öncelikle yerli ve milli olanı koruyup kollayacaksın. Yerli ve milli olanı güçlendirmek için tüm imkanları seferber edeceksin. Yerli ve millilik, bir siyasi slogan değil bir anlayıştır.

Sayın Erdoğan’ın yerli ve milliliği anca lafta. Kendisinin son icraatlarından biri de yerli kaynaklar ile elektrik üreten firmalarımızı zora sokmak. Bu arkadaşımız o kadar yerli ve milli ki ithal doğal gaz, ithal LPG, ithal kömür ile üretim yapan firmalardan megavat saatini 2 bin 750 liraya aldığı elektriği, yerli kömür kullanarak üretim yapan firmalardan kaça alıyor biliyor musunuz? Bin 277 liraya alıyorlar. Yarısından bile daha az. Üstelik yerli kömür kullanan firmalara ağır cezalar kestikleri yetmezmiş gibi, maliyetleri yüzde 70 arttığı halde fiyatlarına sadece yüzde 15 zam yapıyorlar. Yerli kömür ile üretim yapan firmalar teker teker kapanıyorlar.”

“56 YIL ÖNCESİNDEN DAHA KÖTÜ YOKSULLUK”

Akşener, ev kadınlarını da bir süredir ziyaret ettiğini ve yaşam koşullarını gördüğünü belirterek, şöyle konuştu:

“Tüm zorluklara rağmen beni gülümseyerek karşılayıp evlerine misafir eden kadınlar, gençler ve çocukların taleplerini dinliyorum. Benim yaşımdakiler, küçük şehir ve küçük ilçelerde büyüyenler. Tam 56 sene geriye gitmişiz. O devirlerde evler vardı, hatırlar mısınız? Bodrum katları denilen evler vardı. Çok ucuz kirada. O evlerden içeri girdiğinizde tuhaf koku karşılardı sizi. Kilim olurdu genelde. Şimdi de sentetik kilim, halı da değil, bir şeyler oluyor. Ona ayakkabınızı çıkarıp bastığınızda ayakkabınızı altı komple ıslanırdır. O zamanlar buzdolabı yaygın değildi. Tel dolaplar vardı. En azından günlük yemek pişirme eylemi vardı. En azından köylerden, küçük ilçelerde yaşayan aile fertlerine, çocuklarına sebze, meyve, süt, yoğurt yumurta gibi gıda malzemelerini köydeki aileler gönderirdi.

Bütün şehir ile köy diye kavram kalmadı, bir; bütün merkez köyler mahalle oldu, iki; orada sebze ve meyve yetiştirmek, tavuk bakmak, inek beslemek mümkün değil. Çünkü sadece su parasından bahsedeyim. Büyükşehirde yaşayan insanların ödediği su parası ile sebze ve meyve sulanamaz. Dolayısıyla üç harfli zincir marketlerin dükkanın bulunduğu köyler haline geldiler. Benim çocukluğumdaki, 56 yıl evvelindeki evlerin daha beterini gördüm ama bizim o dönemlerde yaşayan çocuklar aç değildi. Köylerden gelen yardımlarla bu derece bir şey yoktu. Şimdi böyle bir şey görmedim ben. 56 yıl öncesinden daha kötü. Tüketim anlayışı değişmiş ama buna karşılık gelir sıfıra yakın. Üç yaşındaki çocukları kucağınıza aldığınız zaman kemiklerini tek tek sayabilirsiniz. Ergenliğe geçtiği dakikadan itibaren de protein eksikliği sebebiyle obezitenin olduğu çocuklarla karşılaşıyorsunuz… Böyle bir durumu 56 yıl öncesinde görmedim. Böyle bir yoksulluk var.”

Akşener, İstanbul’da asgari ücretli bir ailedeki kadının “Önceden seneden seneye gelen zamlar, şimdi bırakın aydan aya olmayı, günden güne geliyor. Eşimin aldığı maaşın zaten yarısı yol parasına gidiyor. Bin 250 liraya kirada oturuyoruz. Evimize hiçbir şey alamıyoruz. Bebeğimize, en ucuz bez hangisi ise onu alıyoruz. Hatta çok bez gitmesin diye bebeğimin altını sabahtan akşama kadar açmıyorum” dediğini aktardı.

“SANDIKTA TOKADI YEDİĞİNDE O EVLERİ HATIRLAYACAKSIN”

Akşener gezileri sırasında yurttaşların yaşam koşullarına ilişkin kendisine söylediklerini anlattı. Akşener, bir yurttaşın, çöpe atılacak kıvırcık yapraklarını toplamak için pazara gittiğini, ancak pazarcıların artık çöpe atılacak kıvırcık yapraklarını bile parayla sattığını söylediğini belirtti. Bu yurttaşın, çocukları muz istediğinde ona ekşimiş ve çürümüş muz alabildiğini dile getirdiğini aktaran Akşener, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a, “Seçim günü geldiğinde o mahalleleri hatırlayacaksın, oylar sayılırken o evleri hatırlayacaksın, sandıkta tokadı yediğinde o evleri hatırlayacaksın, İYİ Parti yetkiyi aldığında o kadınları, çocukları yeniden hatırlayacaksın” diye seslendi.

“YARIN ‘ŞAKA YAPMIŞTIM’ DEME İHTİMALİ OLDUĞUNU BİLİYORUZ”

Akşener, dış politika konusundaki eleştirilerini ise şöyle dile getirdi:

“Bu tek taraflı, çok bağıran, bolca gürültü çıkarıp sonra da geri adım atan tutarsız tavırlar, uluslararası toplumda Türkiye’nin de başını öne eğiyor. Türkiye’yi ciddiyetsiz gösteriyor. Nitekim bugün Yunanistan ile yaşanan sorunda da biz, yine aynı şeyin olmasından endişe ediyoruz. Türkiye olarak, Yunanistan ile davamızda sonuna kadar haklıyız. Ama Sayın Erdoğan yüzünden haksız duruma düşmekten kaygılıyız. Çünkü bugün ‘Şaka yapmıyorum, ciddi konuşuyorum’ diyen Sayın Erdoğan’ın, yarın ‘Şaka yapmıştım’ deme ihtimali olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bugün ‘Benim için Miçotakis diye biri yok’ diyen sayın Erdoğan’ın, yarın ‘Kardeşim Miçotakis’le aramızı bozmaya çalıştılar’ diyerek işin içinden sıyrılıp, Türkiye’yi de taca çıkarabileceğini de çok iyi biliyoruz.”

“SIĞINMACILARI ÜLKELERİNE GERİ GÖNDERMENİN YEGÂNE YOLU ÖNCELİKLE BU İKTİDARI VE BAY KRİZ’İ EVİNE GÖNDERMEKTİR”

Akşener, sığınmacılar konusunda da iktidara şöyle yüklendi:

"Sayın Erdoğan’ın bu devlet ciddiyetinden ve akılcılıktan uzak davranışları, maalesef birçok önemli sorunu da beraberinde getiriyor. İçişleri Bakanlığı’na göre 3 buçuk milyon, valiye göre 5 buçuk milyon, başkasına göre de 6 milyonu aşan sığınmacının ülkemizde olması da bu sorunların, başında geliyor.  Daha sığınmacıların sayısı konusunda bile ortak bir karara varılamayan bir bilgi kirliliği ortamındayız. Bu sığınmacıların, nereden, nasıl, hangi yollarla geldiğine bile cevap veremeyen bir iktidarla karşı karşıyayız.

Düzensiz göç sorunun muhatabı da sorumlusu da suçlusu da bizzat Recep Tayyip Erdoğan’dır. Yani esas mesele, sığınmacıların kendisi değil, para karşılığı Türkiye’yi hendek ülke yapmayı kabul eden bu iktidarın ta kendisidir. Esas mesele, koltuklarını korumak adına sığınmacılardan seçmen devşirmeye çalışan bu kirli zihniyettir. Dolayısıyla sığınmacıları ülkelerine geri göndermenin yegâne yolu da öncelikle bu iktidarı ve Bay Kriz’i evine göndermektir.

AK Parti iktidarının uygulamalarını incelediğimizde, 4 temel sorun oluşturduklarını görüyoruz. Bunlardan birincisi, vatandaşlık garantili ev satışı. Yani yandaşlara yeni gelir kapısı oluşturmak için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının konut karşılığında satışı.  İktidarın vatandaşlık değerlerimize saldıran bu uygulamasının sonucunda yaklaşık 10 milyar dolarlık bir piyasa oluştuğunu, bu paranın da ağırlıklı olarak yandaş müteahhitlerin cebine girdiğini biliyoruz.

Artık milletimiz için ev almak, bir hayalin de ötesinde imkansızlık hâline geldi. İstanbul ve Antalya gibi popüler bölgelerde ev kiralamak ise günden güne imkânsızlaşıyor. Konut ve kira fiyatlarının yükselmesi de doğrudan memleketimizin refahını etkiliyor. Üstelik müteahhitlerin ve komisyoncuların kazandığı para da milletimizin cebinden çıkıyor.

İkinci temel sorun, millî güvenlik endişesi. Parayı basana vatandaşlık veren bu iktidar için paranın nereden geldiği, nasıl kazanıldığı, vatandaşlık alan kişinin adli sicil kaydının ne olduğu hiç önemli değil. Bu nedenle bugün İstanbul, dünyadaki kara paranın, suç örgütlerinin, mafya babalarının ve yabancı istihbarat servislerinin âdeta cirit attığı bir şehre dönüştü.

Şunu bilin ki sığınmacıları geri göndermek, uluslararası hukuktan doğan en doğal hakkımız. Beşar Esad, kapsamlı bir af çıkartıp sığınmacılara ‘Ülkenize dönün’ diyor. Ama Sayın Erdoğan, ‘Durun, daha karpuz kesecektik; durun, daha vatandaşlık verecektik’ diyerek buna engel oluyor. Yani şu anda sığınmacıların dönmesini istemeyen ve bunu engelleyen tek bir kişi var, o da bizzat Sayın Erdoğan.”

ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİSİ KIZILTAŞ: KYK YURTLARI ÖLÜM YURTLARI HALİNE GELMİŞTİR

Akşener, konuşmasının bir bölümünde kürsüyü Akdeniz Üniversitesi Felsefe Bölümü öğrencisi Süleyman Kızıltaş’a bıraktı. Kızıltaş, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı yurtlardaki öğrenci intiharlarıyla ilgili şunları söyledi:

“Yurtta kalmak, seçim değil çaresizliktir. Bu çaresizliğin en büyük nedeni, üniversite yerleşkesi etrafında bulunan ev kiralarının fahiş fiyatlarıdır. Ev sahipleri, bu mağduriyeti fırsatçılığa ve hatta onları denetleyen bir üst otorite olmadığı için soygunculuğa çevirmekten çekinmemişlerdir. Görünen o ki yurtlardan sorumlu otoriteler de aynı kayıtsızlığı sürdürmektedir.

KYK yurtlarındaki yemekler, yandaş yemek şirketlerine ihale edilmektedir. Artın gıda fiyatları dolayısıyla firmalar, öğrencilerin günlük enerji ihtiyaçlarını karşılayamayacak gramajla yemek vermekte, günden güne gramajlar düşürülerek ucuz ve kalitesiz yemeklerle öğrencileri zehirlemektedir. Sorulduğunda ise ekonominin kötü olduğu gerekçe gösterilmektedir. Bu yüzden Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın bize cimrilikle ayırdığı 17 liralık sanal bütçe çok bile… Dünyayı gezmemizi söyleyenler, üniversiteden yaşadığımız şehre dair gidemiyorken hangi koşullarda yaşamaya çalıştığımızdan; millet bahçelerinde çay içip yatıp yuvarlanacağımızı söyleyenler, çayın bardağının kaç lira olduğundan, saati 10-15 liraya çalıştığımızdan haberdarlar mı?

Necip Türkiye Cumhuriyeti, bünyesine aldığı 8 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaparken üniversitelerinde bulunan 8 milyon öğrencisine sahip çıkamamıştır. Yurtta kalan öğrencilerin yurt personeli tarafından baskı altında bırakıldığı, özel hayatlarının ihlal edildiği, manevi danışmanlık adı altında bazı tarikat ve dini cemaatlere taraftar toplandığı, siyasi parti propagandası yapıldığı apaçık bir gerçektir. KYK yurtları, devlet yurdu görünümlü cemaat, tarikat ve siyasi parti yandaşlarının at koşturduğu ölüm yurtları haline gelmiştir.

“GİDİN BAKIN, İZLERİ ORADA”

İntihar eden arkadaşlarımı rakamlarla ifade edip onları kolay unutulabilir bir konumda bırakmayacağım. Yaşama tutunacakları bütün nedenler ardı ardına ortadan kaldırılırken, bütün beklentileri gözlerine ütopik bir hayal gibi gelmeye başlarken soruyorum size, bu kararları intihar olarak mı görmeliyiz? Onca uğraşa, yağmura rağmen, köpüklü suları dahi yerde kalan kanlarını silmeye yetmedi. Gidin bakın, izleri hala oradadır.

Son 40 günde benim bölümümde bulunan Halil, Emre, Muhammed ve adını sayamadığım daha niceleri aramızdan ayrılmıştır. İntihar gerçeği, uzunca bir süre saklanmış olup, unutturulmaya çalışılmıştır. Felsefe bölümü öğrencisi Halil Gülacar’ın intiharından sonra çeşitli spekülasyonlar yaratılıp felsefe okuyan öğrencilerin intihara meyilli olduğu söylentileri yayılmıştır. Bu, apaçık namussuzluktur.”

“DİKKAT ETMEDEN HAREKET EDEMİYORUZ”

Kızıltaş öğrencilerin gelecek kaygısı yaşadığını kaydederek, “Yalnızca adam kayırma ile iş bulunabilen bir ülkede, kayyumların atandığı üniversitelerde potansiyel işsizler olarak yetişiyoruz” dedi. Kızıltaş, gençlere korku ve baskılarla boyun eğdirildiğini söyleyerek şunları belirtti:

“Başlarını kaldırarak yukarı dahi bakamamaktadır ki göklerden gelen bir karar olmadığını, bunun bir yalan olduğunu anlasınlar. Son 20 yılda, insanların hassas noktaları, kutsalları kendilerine karşı kullanıldı. Bir tekdüzelik dayatmasıyla kendilerinden olmayanın düşman ilan edebilecek denli ileriye gidebilecek, özgür düşünmenin dahi olmadığı ötekileştirici politikalar izlendi. Oysa farklı olmak, beraberinde birey olmayı ve aydınlanmayı getirir. İnsanları birbirlerine benzettiler ki kolay yönetilebilsinler. Bugün ben, bu konuşmayı yapacağımı arkadaşlarıma iletirken ‘Dikkat et’ yanıtını alıyorum. Bu, bu ülkenin ne hale geldiğinin özetidir. Bir insanın yaşadığını hareket etmesinden anlıyoruz değil mi? Biz, dikkat etmekten hareket edemiyoruz.”

Kızıltaş, “Tarih, vazgeçilmez olduğunu düşünenlerle seçilmiş kişi olduğunu düşünenlerle dolu. Geldikleri gibi giderler” dedi.

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —